—Hatırlıyorum, hiç unutmadım ki…
Akıp giden hayat ve yaşanan sevinçler, acılar… Şimdi geçmiş günlere dönüp de baktığımda hüzün eşlik ediyor. “Yaşandı ve bitti” demek yenilgiyi kabullenmek bir yerde. Hatırlamak acı veriyor ve bir kez daha kanıyor yaralar. Mazi bırakmaz peşimizi. Gölgemiz gibi nereye gitsek yanımızda hep. Şimdi çekildik kıyımıza, yalnızlığımıza. Şunu biliyoruz ama dünya iyi insanların varlığı ile daha bir anlamlı.
Kuşatılmış insan, ötekini görme, bilme, tanıma noktasında istekli mi acaba? İyiliği çoğaltmak için daha gayretli olmak gerek. Örneklik bu noktada çok önemli.
Çocuğun hayatında öğretmenin yeri, tesiri, örnekliği üzerinde yeniden düşünmeliyiz. Zira öğretmen, davranışları ile konuşması ile giyimi ile çocuklar için ideal bir portre çizmektedir.
Günümüz eğitim-öğretim ortamında sınavların ağırlığı belirleyici oluyor. Doğru seçeneği işaretleyenler el üstünde tutuluyor. Okul ile dershane arasında sıkışmış, bunalmış durumda çocuklar. Beklenen olumlu neticeler bir türlü alınamıyor. Sınavlar girdabında çırpınan bir nesil yetişiyor. Böyle mi olacaktı diye her birimiz kendimize sormalıyız.
Önce eğitim gerek; sonrasında öğretim gerçekleşir. Güzel ve doğru davranışları kazandırma süreci olarak tanımladığımız “eğitim” kavramı yeniden, derinliğine hatırlanmalı. Daha etkili çözümler uygulanmalı. Eğitimin verimli, etkili olması hususunda öğretmenin örnekliği esastır.
Öğretmen yol gösterici, öncü vasfı ile anılır. Unutamadığımız öğretmenler vardır. Onları tanımış olmak bizim için bir imkân, bir şans. Karşılaştığımız problemlerin çözümü noktasında el verirler bize.
Yine sonbahar rüzgârları esiyor. Ağaçlar yapraklarını döküyor. Çocuklar yine okul yolunda. Her sabah bir telaş, bir koşturmaca… Çocukların varlığı bizi hayata bağlamakta.
Cümle güzellikler, iyilikler sökün ediyor. Hüzün kanatlanıyor. Bir zamanlar biz de öğrenci idik. Biz de bu yollardan, bu sınıflardan, bu sıralardan geçtik. Hey gidi günler hey!
Lise yılları… Gelenler, gidenler, kalanlar. Okulumuza o sene yeni bir öğretmen atandı. Uzun boylu, geniş omuzlu, orta yaşta, bıyıklı, esmer, gözlüklü… Tarih öğretmeniymiş. Ders yılı başındayız. Öğretmenler bir bir dersimize girmeye başladı. Tarih dersini dört gözle bekliyoruz. Bakalım dersimize hangi öğretmen gelecek? Nihayet o gün geldi. Kapı yavaşça açıldı. Gelen yeni tarih öğretmeni. Ağır adımlarla sınıfın ortasına kadar yürüdü, durdu. Üzerinde koyu renk şık bir takım elbise vardı. Ceket düğmesi ilikli.
—Merhaba gençler, günaydın!
Çekingen, tutuk bir sesle karşılık verdi öğrenciler. Masaya doğru yöneldi öğretmen. Kendisini tanıttı. Tek tek ismimizi sordu. Dersin içeriği ve işlenişi hakkında bilgi verdi. Bambaşka bir anlatımı vardı.
Tarih öğretmenimiz dersinde her öğrenci ile ilgilenirdi. İsimleri hemen öğrenmiş. Herkesi ismi ile çağırırdı. Tarih dersinde bütün öğrenciler dikkatli, ilgili, çalışkan… Kimse ders ortamını bozmaya cesaret edemezdi.
Hakan ile Seçkin aynı sırada oturuyordu. Seçkin o yıl sınıfta kalmıştı. Gırgırı şamatayı severdi Seçkin. Hiç yerinde duramazdı. Hakan ile pek anlaşamazdı. Devamlı çekişirlerdi. Bu durum sınıf içinde hemen dikkat çekiyordu. Diğer derslerde sık sık ikâz edildikleri halde bildiklerinden şaşmıyorlardı.
Hüseyin Bey geldikten sonra Seçkin’in halleri değişti. Öğretmeni can kulağı ile dinlemeye başladı. Ders süresince göze batacak bir hareket yapmaktan kaçınıyordu. Ayrıca verilen ödevleri zamanında yapmaya başlamıştı. Derse hazırlıklı geliyordu. Öğrenciler Seçkin’deki bu değişikliğe şaşırıyorlardı.
Bir gelişme, ilerleme dönemi yaşanıyordu. Öğrenciler gizli bir yarış içindelerdi. Öğretmenin gözüne girmek için canla başla çalışıyorlardı. Muharrem ile Selim boş zamanlarında hemen okul kütüphanesine koşuyorlardı. Tarih konuları ile ilgili metinleri okuyorlardı. Kitapları tanıma ve okuma alışkanlığı kazanma açısından verimli bir dönem idi.
Hüseyin Bey, öğrencilerin kendilerini ifade etmeleri için dersinde çeşitli tartışma konuları açıyordu. Bazı çocuklar düşüncelerini söylemekten çekiniyordu. Kendilerini gizlemeye çalışıyorlardı. Hüseyin Bey özellikle onlara söz hakkı veriyordu. Derslerinde şöyle söylediğini hatırlarım: “Çocuklar, yanlış, noksan şeyler de söyleyebilirsiniz. Hiç çekinmeyiniz. Hepimizin eksikleri var, kusurları var. Önemli olan medenî cesaret gösterip konuşmaktır. Sizden istediğim budur.” Bu konuşmadan sonra o çekimser öğrenciler parmak kaldırır ve bildiklerini anlatmaya çalışırlardı. Hüseyin Bey, asla yanlış söyledin, noksan söyledin diye hiç kimseye kızmazdı. Önemli olan o dersteki etkinliğe katılmak idi. Neticede ortak bir noktada buluşurdu öğrenciler. Tarih dersi ufkumuzun açıldığı, kendimize güvenimizin arttığı bir ders olmuştu. Haftada birkaç saatlik ders bize yetmiyordu. Tarih dersini adeta iple çekiyorduk.
Tarihte olup bitenler derinliğine işlenirdi. Neden-sonuç ilkesi üzerinde özellikle durulurdu.
Hüseyin Bey, ders konularını ölü bir metin olmaktan çıkarıp günümüze taşırdı. Olaylar, kişiler gözümüzde canlanırdı. Etkili, akıcı bir anlatımı vardı öğretmenin.
Önceki sınıflarda, dönemlerde sıkıntılı derslerimiz de oldu. Bazı öğretmenlerin halleri bizde olumsuz bir izlenim bıraktı. Ana hatları ile şunu söyleyebilirim: Öğrencisine tepeden bakan, sürekli azarlayan bir öğretmen elbette sevilmez. Ve öğrenciler artık o dersi dinlemek istemezler. Bu noktada hem öğretmen hem de öğrenci kayıptadır.
Artık savaşlar, antlaşmalar zor değildi. Öğretmeni sevince, ders de seviliyor. Sevgi ile engeller aşılıyor, sevgi ile uzaklar yakın. Hüseyin öğretmeni farklı kılan ne idi? Öğrencisine değer veriyordu, öğrencisine özgüven aşılıyordu. Dersini sevdirme noktasında çok başarılıydı. Nasıl başarmıştı bunu? Sınıfın hemen bütün öğrencileri derse hazırlıklı gelirlerdi. Diğer derslerde görülen aksaklıklar tarih dersinde olmazdı. Hüseyin öğretmene mahcup olmamak için derse çalışıyorduk. Evet, korktuğumuz için değil, not için değil sadece öğretmene mahcup olmamak için. Bu durum, hiçbir zorlama olmaksızın, eğitim süreci içinde gelişti ve benimsendi.
Birikimli, gayretli ve titiz bir öğretmendi. Bakışları ile denetlerdi öğrencileri. Kelimeleri özenle seçer, güzel ve etkili konuşurdu. Sadece ders kitabı ile yetinmezdi. Derse sürekli kaynak kitaplar ile gelirdi. Siyah deri çantası hep yanında idi. Çantasından konu ile ilgili kitapları çıkarır ve masanın üzerine özenle bırakırdı. O kitaplardan okumalar yapılırdı. Okuyan, araştıran, merak eden, sorgulayan bir nesil özlemi idi. Hep kitaplar tavsiye ederdi. Elinde daima bir kalem bulunurdu. Harita, yerküre ve diğer ders araçları olmaksızın derse başlamazdı. Nöbetçi öğrenci ders araç-gereçlerini önceden hazır ederdi.
Katı disiplin kurallarını tercih etmezdi. İnsancıl bir yaklaşımı vardı. Tehdit etmez, kulak çekmez ama sınıf içinde herkes pür-dikkat öğretmeni dinlerdi. Görev bilinci, doğruluk, saygı, sevgi, çalışkanlık, sorumluluk, değer gibi kavramlar vurgulanırdı. Öğrenciler, bu kavramları kuru bir bilgi olmanın ötesinde içlerinde duymaya başlamışlardı. Evet, bilgi yaşantıya dönüşüyordu. Karşılıklı saygı sevgi ortamı hemen oluşmuştu. Diğer derslerde bir türlü sağlanamayan güzel ortam, tarih dersinde gerçekleşiyordu. Adeta başka bir âleme geçiyordu öğrenciler. Kıymetli bir öğretmendi Hüseyin Bey, kelimenin tam anlamıyla örnek bir öğretmendi.
Yıllar geçti. O çocuklar büyüdüler. İş sahibi oldular. Evlendiler. Dünyanın inişli çıkışlı halleri onları da kuşattı ama iyi insanlar unutulmuyor. Saygı, sevgi ile anıyorum. Ruhu şâd olsun.