Bu manayı içeren hadisi şerifin ne kadarını uygulayabiliyoruz bilmiyorum ama son yıllarda güdenlerle güdülenler yer değiştirdi gibi.
Avcumuzun içindeki bir aygıt, bizi avucunun içine aldı. O akıllandı; insan iradesi zayıfladı. Elimizde tuttuğumuz halde o bizi ele geçirip yönetti.
Şöyle tarif edeyim:
Sağanak bir paylaşım yağmuru ardından gelen fırtınalı beğenilme arzusu ve kopmuş gerçek hayat bilinci… Sonuç: iradeler sırılsıklam…
Durum öyle vahim ki sosyal mecralarda kirlenen zihinleri doğru platformlarda toplayıp temizleyebilmek için yine o sosyal mecraları kullanmak durumundayız. ‘Akıllı telefonları kontrollü kullanalım’ çağrısını fütursuzca paylaşım yapılan sahalarda yazmalıyız. Bu ne kısır döngü, bu ne lahana turşusu diyesim geliyor.
Aklı başında, türlerinin son örnekleri mesabesinde olan birkaç genç de bu girdaba girmemelerini gerçek hayatta sosyalleşebilmesine borçlu.
Acaba biraz düşünsek 'nasıl bu kontrolsüz paylaşım hastalığına tutulduk, ne yaparsak kurtuluruz ’un cevabını bulabilir miyiz dersiniz?
Deneyelim bakalım.İçinde sadece yılan oyunu vb. olan, kısa mesaj yollanıp sesli arama yapılabilen tuşlu telefonları da elimizden düşürmüyorduk değil mi?
Kontör yoksa çağrılaşmak diye bir kültür vardı, öyle ya. Bir kere çaldırınca evet, iki kere çaldırınca hayır anlamına gelen bir dil üretmiştik. Ne yapıp edip yanımızdakiyle değil, telefonla ulaşabileceğimiz birileriyle yüz yüze gelmeden iletişim derdindeydik hep. Yani biz akıllarımızı teslim etmeye dünden meraklıymışız da bahane arıyormuşuz gibi aslında.
Tabi teknolojinin sağladığı kolaylıklar var ama kaçı bunu gerçek ihtiyacı, gelişimi ve davası için kullanıyor?
Ek gıdaya geçişle birlikte yardımcı bakıcı olarak kullanılan bir aletten bahsediyoruz. ‘’Yemeği onsuz yemiyor’’ derken suçu ne kadar da aciz bir şekilde dünyadaki geçmişi 6 aylık olan bir bebeğin üstüne atıyor bazıları.
Kendi bağımlılığımız yetmiyormuş gibi çocuklarımızı da bağladık. İşimize mi geldi acaba? Rahat ettik sonuçta. Ağlayınca verdik. Gelip gidip meşgul etmesin diye verdik. İki laf edebilelim diye verdik.
Bahanelerimiz çok tabi. Delikanlı ve genç kız olduklarında istenmeyen uygulamalarda fink atmaya başlayınca yetemedik dur demeye. 20 yıl öncesinin çağrılaşmaktan keyif alan annelerinin, babalarının neyi, nerede, ne kadar kullanacağını öğrenmeden büyüyen evlatlarının geldiği durumu konuşuyoruz şu anda.
Kolaya kaçmak, yüzleşememek, keyif düşkünlüğü… Bu başlıklar altında toplayabiliriz sebepleri.
Çözüm daha karmaşık.
Yanlışları, zehirleri, tehlikeleri çukurun içine girerek uyarabiliyoruz. Dışardan seslendiğimizde ellerindeki fenerlerin yeteri kadar aydınlattığını sanıp güneşe ihtiyaç duymadıklarını söyleyebiliyorlar çünkü. Ehven-i şerle yetinmek zorunda olmak ne acı!
Her eve bir yüreği yanık yeterdi aslında.
Neslin gidişatını kendi keyfinden önde tutan,
Dışarıyla laflamaya, muhabbete kendini kaptırmayıp evladıyla özveriyle diyalog kuran,
Üretmek tüketmekten evladır diyen,
Bağımlı olmak ne kelime, bağımlıları nasıl kurtarabiliriz’ e kafa yorabilen bir yüreği yanık...
Elbette ki tüm uyuyanları bile uyandırmaya yeter.
Biraz istek, bir miktar bilinç, yeterli ölçüde gayret gerek sadece.
Hepimiz çobanız, güttüğümüz koyunlardan mesulüz
Eğitimci Yazar Hatice DOĞAN
Yorumlar