Uzun zamandır beklediğim kitap, çok sevdiğim öğretmen bir kızım tarafından hediye olarak getirilince çok sevinmiştim. Merak ettiğim, okumaktan büyük keyif alacağımı düşündüğüm ve dönemi ile ilgili eksikliklerimi gidereceğim bir kitap olacağından o kadar emindim ki.
İşte bu duygularla elime aldım “Karamanlı Rum Ortodoks bir askerin seferberlik hatıraları” adlı kitabı.
Hani Orhan Pamuk’un kitabı Yeni Hayat’ın giriş paragrafı “Bir kitap okudum hayatım değişti” diye başlar ya. Ben de keşke bu kitabı hiç okumamış olsaydım diyorum.
Adından yola çıkarak hem de Anadolulu Rum bir Osmanlı askerinin gözünden 1. Dünya savaşı döneminde cephelerdeki duruma farklı bir gözden bakacaktım.  
Bu askerin –her ne kadar günlüğünde net olarak belirtmemişse de- Kapadokyalı olduğu anlaşılıyor. Çocuk yaşta İstanbul’a göçüyor Kapadokyalıların yoğun yaşadığı Samatya semtine yerleşiyor ve yine detaylardan hareketle “Cemilli bir tanıdıktan Kapadokya hakkında bilgiler aldım” cümlesine istinaden memleketlimiz olduğunu düşünüyorum.
Günlük, 1915-1919 yılları arasını kapsıyor.
1909 yılına kadar birtakım gerekçelerle askere alınmayan gayrimüslimler bu tarihten itibaren zorunlu askerlik hizmetine tabii tutuldular. “Aslında bu durum bir yönden Rum ve Ermeni halkının Osmanlı toplumuna entegresini sağlamak açısından bir fırsat olarak da görülmüştür” (adı geçen kitap sayfa 14
Her neyse… Çanakkale cephesinde başlayan günlük seferberlik gereği cephe değiştirmesi gereken alayın bundan sonra sırayla Lüleburgaz, İstanbul, Eskişehir, Konya, Adana, Ceylanpınar, Mardin, Tatvan, Erciş, Urumiye, Erbil, Musul, Nusaybin, Cerablus, Osmaniye Ulukışla, Afyon, Adapazarı güzergahında yaşadıklarını anlatıyor.
Anlatıyor ama başlangıçta Çanakkale cephesinde yaşanan birkaç münferit çatışmadan kısaca bahsetmiş. Örneğin “19 Nisan saat 3 te ilk Arıburnu harekatına girdik. Bütün ömrümde gördüklerimin en dehşetlisi, adeta 2. Mahşer. Mecruhlar, şehitler, top, mitralyöz ,tüfek sesleri…taburun 1150 mevcudundan sadece 250 nefer kaldı. Arkadaşım İokim’in yarasını ben bağladım. Kolumu da kurşuna kaptırdım… ” “gece çekildik lakin ana baba günü fırkalar karışmış kimi Ahmet arar kimi Kosti’yi hay… vah… onda bir arkadaşımız yok… çadır kuracağız kazıklar dondan toprağa girmez…ellerim dondu…parmaklarımın donu bir hafta sürdü… “
Bu satırlar Çanakkale dönemine ait ama ondan sonra geçen sürede savaşa ve çatışmaya dair tek kelime yok.
Nitekim önsözde Evengelia Achaldi günlüğün yazarı hakkındaki şu sözü çok dikkat çekicidir “Bazı başka savaş günlüklerinde kaydedildiği gibi askerin sağlığı ve ruh halini zorlayan muharebelerden ziyade günlük normal hayat koşullarıydı”
Lakin; Ben o savaş döneminde yaşananları pek çok kitaptan okudum. Normal hayat akışı içinde bile hemen hepsinde tek kelimeyle acı vardı. Gözyaşları içinde okunacak dramlar vardı. Bir top güllesiyle yıkılan dünyalar vardı. Bitten, tifodan, dizanteriden, koleradan, salgınlardan olan garibanlar vardı. Ölüme koşan gencecik Mehmetler vardı.  
Okuduğu kitaptaysa bu Rum asker sadece Çanakkale günler dışında geri kalan dört yıl boyunca, sürekli hareket eden bir bölükle Çanakkale’den Kuzey Irak’a ve oradan geri dönüşle yaklaşık 5000 kilometre yol boyunca çoğunlukla şu dört şeyle iştigalde; Kumar, İçki, Dalavere, Yemek.
Sonuçta okuyucuya kalan tek kelimeyle hayal kırıklığı.
Günlüğünün neredeyse her gününde oynadığı kumarda kazandığı ya da kaybettiği paralardan, pek çok kişi karavanaya talim ederken onun bir şekilde elde ettiği etli yemeklerden, yarım ekmeğe ya da az bir paraya elde ettiği kadınlardan, kumar yüzünden çıkan kavgalardan, yenilen dayaklardan bahsediyor.  
    Örneğin:
- 30 Eylül 1917 bu gün kumarda 15 kuruş ve 200 pangonot kazandım.
- Asker ocağı ahlakı düzeltir derler ya bilakis seferberlikte umum askerin ahlakı bozuldu Kumar bizde, rakı bizde, dalavere bizde…
- Öğleyin kasabaya giderek Yazıcı Hasan Efendi ile 150 dirhem rakı içtik, ertesi gün bölük efradı ziyafet yapmış ben de gittim 15 okkaya yakın rakı içildi. Azizi hemşerim geldi diye bana köfte, börek getirdiler. (savaşın ortasında)
- 5 Ağustos 1918 Etli un çorbası içtik, saat yedide arkadaşlarla bir okka rakı içtik,
- 24 Mart 1918 Bu gün kumarda 70 kuruş kaybettim
- 10 Temmuz 1918 gene 60 kuruş kaybettim lanet olsun oyuna!
- 17 temmuz 1918 bu gün 400 pangonot kazandım
- 19 Temmuz 1918 bu gün 350 gümüş para ile 500 kuruş kaybettiysem de defa kazandım
   Ve daha ve daha ve daha…….
   O savaş günlerinde, o ateş günlerinde o herkesin can derdine düştüğü günlerde bu Karamanlı Rum Askerin bu kadar zamanı nasıl bulduğu, o yemekleri nasıl elde ettiği, kadınlara ayıracak zamanı ve parayı ne yolla elde ettiğini de şöyle izah ediyor.
   17 haziran 1918
   “…….öğleyin 14. Alay sıhhiyeci   Galip ile yoğurt yedik. ben burada adeta hakim vazifesi görüyorum. Kiminin eşeğini Kürtler çalmış, kiminin öküzünü almışlar. Onlardan 50-100 alıyorum davalarını dipçikle hallediyorum, sahiplerine iade ediyorum masraflar çıkıyor…”
12 Haziran 1918
“…sabah çay, yoğurt, sarımsak ekmek. Mahle kapsında nöbetçi inzibatlıkla vakit geçirdim. Dalavere iyi, mesarifler çıkıyor…”
Yani dalevere ile elde ettiği paralarla ya kumar oynuyor, ya rakı içiyor, ya da kadınlarla yiyor.
Hasılı bu Anadolulu Rum gencinin tuttuğu günlük, benim o dönemle ilgili beklentilerime yanıt vermediği gibi askerde bile Gayrimüslimlere tanınan ayrıcalıkları tamamen suiistimal ettiği, çıkarına kullandığı ve askerlikle ilgili her şeyi dejenere ettiğini gösterdi.
Zaman zaman kısmi de olsa aralarda bahsettiği küçük detaylar ve harika bir şekilde irdelenerek yazılmış dip notları da olmasa…
Tam da burada aklıma Nasreddin Hoca’nın meşhur darbı mesel geldi. Hocaya sormuşlar “hocam hiç Keçiboynuzu yedin mi?” diye o da “Vallahi bir dirhem bal için bir okka odun çiğneyemem” demiş ya kitap öyle işte.