Bugün, Kıbrıs’ın fethini başlangıç kabul edersek. 1571 yılı Kıbrıs’ın fethi ile Doğu Akdeniz’de Türk egemenliğinden bahsedebiliriz. Yani yaklaşık 500 yıl. Osmanlı döneminde bırakın Doğu Akdeniz’i bütün bir Akdeniz Türk gölü olarak dünyaca kabul görmüştür.
Birinci dünya savaşı ve sonrası ile birlikte Osmanlının karada ve denizde hâkimiyetini kaybetmesi bugün yaşanan sorunlara kaynak olmuştur.
Akdeniz ve Ege denizindeki en büyük sorunların başında 12 adalar gelmektedir. 12 adaların hikâyesi ise şöyledir. İtalya 1911 yılında Osmanlı hâkimiyetindeki Trablus’u işgal etti. İşgal sürerken Ege denizindeki 12 adaları da işgal etti. Aynı zamanda Mısır ve Kıbrıs’ta fiilen İngilizlerin egemenliğine geçmişti. Bugün İngilizlerin Kıbrıs’ta garantör ülke olarak bulunması o günlere dayanmaktadır.
Uşi antlaşması ile İtalya 12 adaları Türkiye’ye vereceğini kabul etmesine rağmen vermedi. Takvim 1947 yılını gösterdiğinde İkinci Dünya Savaşı sona ermiş ve İtalya savaşı kaybetmişti. 1947 Paris Antlaşması ile İtalya 12 adalardan çekilmiş ve 12 adaları Yunanistan’a devretmiştir.
Sonuç: Doğu Akdeniz’de ve Ege Denizinde zaman zaman Türkiye ve Yunanistan’ı savaşın eşiğine getiren bu tablo ile karşı karşıya kalıyoruz.
Günümüze geldiğimizde her şey 2016 yılında bir İtalyan sondaj gemisinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kara sularında petrol ve doğalgaz bulmak için sondaj yapması ile başladı. Türk Deniz Kuvvetlerine ait Donanma İtalyan gemisinin önünü keserek çalışmasına izin vermedi ve İtalyan gemisi geri çekilmek zorunda kaldı.
2018’de Dışişleri Bakanımız Mevlut Çavuşoğlu Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesiminin imzaladığı Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmasının uluslararası hukuka göre geçersiz olduğunu söyledi. Yine 2018’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi sondaj için yetki verdiği bir Amerikan şirketinin doğalgaz bulduğunu açıkladı.
Bütün bu gelişmeler olurken 30 Ekim 2018'de Fatih sondaj gemisi, Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz aramalarına başladı. 20 Temmuz 2020 tarihinden itibaren Oruç Reis sismik araştırma gemimiz doğu Akdeniz’de sondaj faaliyetlerine başlarken Türkiye Navtex ilan etti. Navtex’in ne anlama geldiğine de kısaca değinmek isterim. Navtex, “denizcilere hava durumu, seyir bilgileri, emniyet durumları ve deniz kuvvetlerinin tatbikat yapacakları gibi durumlarda bilgi vererek denizcilerin bu sahaya girmemeleri konusunda uyarmaktadır.”
Türkiye’nin Navtex ilanı sonrası Fransa, Yunanistan’ı destekleyici ve Türkiye’nin karşısında olan bir açıklama yaptı. Daha sonra Almanya, Türkiye ve Yunanistan arasında arabuluculuk yaptı.
Bütün bu gelişmeleri değerlendiren Yunanistan Avrupa’yı arkasına aldığını düşünerek şımarıkça ve haddini aşarak Türkiye’ye savaş çığırtkanlığında bulunmaya başladı. Yunanistan, Türkiye ye karşı karar almak için AB’yi toplantıya çağırdı ama istediğini bulamadı. Bu gün Almanya’nın açıklaması da Yunanistan’ı iyice şımarttı. Almanya, “bütün Avrupa ülkelerinin Yunanistan’ın yanında olma yükümlülüğü vardır” diye açıklamada bulundu.
Avrupa’nın bu tavrı yine gösteriyor ki hak ve adalete bakılmaksızın Hıristiyan olan ve kedilerinden gördükleri Yunanistan’a haksız olmasına rağmen sahip çıkıyorlar ve haklı Türkiye’yi karşılarına alıyorlar.
Bugün Türkiye yapmış olduğu bir eylemde Avrupa tek ses olarak karşı çıkıyorsa Türkiye doğru yoldadır demektir. Bugün Avrupa’nın en büyük korkusu güçlü, ihtişamlı dönemlerindeki Osmanlının torunlarının yine Avrupa’da, Asya’da ve Afrika’da başrol oynamalarıdır. Avrupa, Türkiye’nin bölgesel ve küresel bir güç olmasının önüne geçmek için mücadele veriyor.
Bugün bize düşen görev; iktidarı, muhalefeti ile 81 milyon bütün Türkiye kenetlenerek tek ses olmak. Haklarımıza atalarımızdan kalan mirasa sahip çıkmak için var gücümüzle çalışmak.
Son Söz “Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır, Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır” Sezai Karakoç.