Bir şehre kimlik kazandıran temel unsurlardan biri o şehrin tarihle olan irtibatıdır. Vakıf eserleri, mâbetleri, hanları, hamamları, çeşmeleri, türbeleri vb. yapılar o şehrin adeta mührü ve tapusu durumundadır. ‘Yalan Söyleyen Tarih Utansın’ adlı eserde Milli Eğitim Bakanlığı, milletvekilliği ve büyükelçilik görevlerinde bulunmuş Hamdullah Suphi Tanrıöver’le ilgili 1940’lı yıllarda yaşanan bir hatıra anlatılıyor. Hamdullah Suphi, Bükreş’te büyükelçilik görevini yaparken tanıştığı yabancı bir şair ve büyükelçiyi sonraki yıllarda İstanbul’a davet ediyor. Birlikte şehri geziyorlar. Sonrasını Hamdullah Suphi’den dinleyelim: ” Medeniyetimizin bir şaheseri olan Süleymaniye camisini beraber ziyaret ettik. Sultan Süleyman’ın türbesini de gezmek istediler. Beraber türbeye yürüdük, baktık, kapısı kapalı. On, onbir yaşlarındaki çocuklar orada oynuyorlar! En kabadayısına yaklaştım: ‘Oğlum, acaba türbedarı bulabilir misin?’ dedim. Cevap verdi: ‘Onu bulmak çok zordur, isterseniz arayalım’ dedi. Vaziyeti biliyordum, söyleyecek şey bulamadım. Onlar:’Galiba tamir var’ dediler, fakat iskele yok. Kafamı kurcalıyorum, o kadar kurcalıyorum ki, o dakikaya yarayacak bir şey söylemek istiyor, fakat bulamıyorum. Nihayet şunları söyleyebildim: “Bir müddet mazi ile alakamızı kesmek istedik, onun için türbeleri kapattık” dedim. Yabancı diplomat hayretle yüzüme baktı: ‘Ciddi mi söylüyorsunuz?’ dedi. Cevap verdim: ‘Ciddi’ dedim. Şu sözleri söyledi: “Tarihi olmayan milletler tarih huzurunda efsane uydururlar. Sizin ise, büyük bir tarihiniz vardır. Bu tarihi yapanların türbesini nasıl kapatıyorsunuz?” (2.cilt, s.306)
Aynı eserde, Avrupa’dan gelen başka bir grubun, yine o yıllarda Sultan Fatih’in türbesini ziyaret ettiğini de yazıyor. İstanbul’u fetheden bir insanın türbesini, camları kırık, içerisi tozla dolu ve kapısı kilitli bir vaziyette görüyorlar ve dönüp gidiyorlar.
Anadolu ve Trakya’da, milat öncesi ve sonrası yıllarda, çeşitli medeniyetlere ait birçok tarihi eser bulunuyor. Bunlar içerisinde cemaatsizlikten dolayı kapalı olan kiliseler ve başka mabetler de vardır. Bu tarihi eserlere yukarıdaki örnekte olduğu gibi önceki yıllarda ilgisiz kalınmıştır. Sonraki yıllarda ise bu tarihi eserlerden birçoğu ülkemiz tarafından restore edilerek cami, kütüphane, sanat galerisi gibi mekânlara dönüştürülerek, etrafına da park veya benzeri yeşil alanlar yaparak halkın hizmetine sunulmaktadır. Bunun örnekleri çoktur.
Bunları niçin yazıyorum? Başta Bulgaristan ve Yunanistan olmak üzere Avrupa’nın birçok yerinde camilerin çoğu yıkılmış. Ayakta kalanlar da içinde domuz kesilen mezbahaya veya bara çevrilmiş. Tabii ki İspanya’daki Elhamra sarayı ve camisinin kiliseye çevrilmesi gibi istisnalar da vardır. Avrupalıların, cami ve benzeri yapılara karşı bu tutumları kasıtlı ve art niyetli olup insanlıktan uzaktır. Bir caminin kiliseye veya depoya çevrilmesini anlayabiliriz, ama onun amacına aykırı, aşağılanacak bir yapıya dönüştürülmesini anlamakta zorluk çekiyoruz. Bu durum, onların özellikle Müslümanlığa ve kendi dinlerinden olmayanlara karşı besledikleri kin ve nefreti ortaya koyuyor. Bu tür davranışların dünya barışına bir katkısı olamaz.
Nizamettin YILDIZ
(Eğitimci)
ŞEHRİN TAPUSU
Editör: Niğde Haber
Yorumlar