TABU MUHAFIZLARI

Abone Ol

Esneklik kavramını açıklayabilmemiz için öncelikle otoriteden bahsetmemiz gerekir. Hani şu hepimizin bildiği dur deyince durduran, koş deyince koşturan, her şeyin tek merkezden yönetim ve kontrol edildiği; baskıcı ailelerin varlığıyla gurur duyduğu otorite. 
Aslında bu tanım tam bir yanılgı.
Otoritenin gerçek ve en sağlıklı hali, fethedilmiş yüreklerle karşılıklı müzakereye açık bir iletişim şeklinin var olmasıdır. Bu durum aile fertlerinde saygı ve itaati canlı tutar. Korkuyla kazanılmış otorite ile sevgiyle kazanılmış olanın arasındaki farkı, çocuk fiziksel gücü kendinde bulduğu ilk anda ebeveynine gösterecektir. "Korkmuyorum senden!" temalı çıkışlarını "Ergen çatışması" olarak tanıyoruz, biliyoruz. Çoğu zaman "Saygısız genç", " Toplum böyle", "Zaman şöyle" diyerek suçlar ötekilere gönderiliyor. Sorunun kökenine baktığımızda ise net bir şekilde otoritenin girişte yaptığımız tanımının evin içerisinde hakim olduğunu görüyoruz. Bazı ailelerde tutarsızlık, sonu tatlıya bağlanamayan kavgalar ve aşırı vericilik de aynı sonucu doğurur. Bazen de çocuklar içe dönük yapıda olduklarından, anne babalar çocuğun üzerinde baskı kurduklarının farkına varamazlar. Sessiz duruş, zorunlu itaat olmuştur. Bu da bir gün "Ben de buradayım!" isyanını doğurabilir.
PEKİ NE YAPALIM?
Sevmek, itibarını korumak, ileride nasıl bir yetişkinle muhatap olmak istiyorsak doğumundan itibaren buna uygun davranmak, üçüncü ebeveyn dediğimiz anne baba arasındaki ilişkiyi sağlıklı tutmak, mahremiyetini korumak, tutarlı olmak, gönlünü kazanmak, dinini sevdirmek yapılacakların başında geliyor. 
Esneklik ise bundan sonrası. Katı kurallarla sınırlarımızda tutmaya çalıştığımız çocuklarımız, ördüğümüz duvarları aşıp canımızı acıtırken hissettiğimiz çaresizlik duygusu ne kadar ağırsa o kadar esneyemiyoruz demektir. 
Toplum standartlarının dışına çıkmasın, atadan, dededen gördüğümüzün aksini yapmasın diyerek sözde güvenli alanlarda sabitleyerek elden kayıp gider korkusu, elalem ne der kaygısı ile büyütürken yüzümüzü eğdiğinde yaşadığımız utanç ne kadarsa o kadar esneyemiyoruz demektir. 
Biz aslında yanlış notları tutturduk zihnimizin mantar panosuna. Dökmesin, dağıtmasın, pısırık olmasın, başarsın, öne çıksın, kazansın, ona değil buna yönelsin derken hep kendi hayallerimizin onda beden bulmasını arzuladık. Kendi başaramadıklarımızı ya da başardıklarımızı, kendi beceremediklerimizi ya da çok iyi becerdiklerimizi dikte ettik. Karşımızdakinin üzerinden ellerimizi çekebilseydik orada kim var, görebilirdik. Yetenekleri ne? Zaafları, ilgi alanları, hoşlanmadıkları?.. Ne için yaratıldığını herkesten önce biz keşfetmeliydik. Ona göre yönlendirmeli, ortam hazırlamalıydık. Hilkatine münhasır tehlikeleri görüp ona göre davranmalıydık. Kendi küçüklüğümüzü büyütür gibi değil, bizden bağımsız, kendine has şekilde var olmuş bir şahsiyeti keşfeder gibi çıkmalıydık yola.
Keşfetmek, önce varlığını kabul etmekle başlar. Varlığı olduğu gibi kabul edilmemiş çocuklar merak edilmez. İzlenilmez. "Şimdi şurada nasıl davranacak acaba?" diye bakılmaz onlara. Görülür, zihindeki tabu muhafızlarının saniyelik sorgusuna başvurulmuştur; anında infaz edilir. Eleştiri senfonisi eşliğinde etiket yapıştırılır ve gönderilir.
Bunlar yola çıkmayanlara yolluk, yolda olanlara farkındalık satırları olsun.
Hatırlayın: Zararın dönüldüğü yer, kâr edilmeye başlanan noktadır.

Hatice Doğan

{ "vars" : { "gtag_id": "G-815M9GDBNG", "config" : { "G-815M9GDBNG": { "groups": "default" } } } }