İdeolojiler varlık sebeplerini, topluma sundukları yakın ve uzak hedeflerin gerçekleşmesi için ortaya koydukları yaşam ve eylem biçimleri ile şekillendirirler.
Türk milliyetçiliği hareketi de yerelden genele bir medeniyet tasavvuruna talip olduğunu beyan ede gelmiş; bölgesinde ve dünyada yaşananları bu anlayış doğrultusunda değerlendirmiştir.
Türk milletinin, başta kendi coğrafyasında akabinde Türk jeostratejiğinde, nihayet geniş kadim coğrafyasında uygulama alanı bulabileceği bir medeniyet yaklaşımı, tarihsel süreçlerle birleştirilerek inşa edilmelidir. Bunu yapabilecek fikri alt yapı, Türk milliyetçiliği hareketinin esaslarında vardır.
Alparslan Türkeş’in siyasal alanda sistemleştirdiği Türk milliyetçiliği anlayışına baktığımızda bu medeniyet tasavvurunun izlerini görürüz.
“Türk Milliyetçiliği, Türk milletine karşı beslenen derin sevgi, bağlılık duygusunun müşterek bir tarih ve müşterek hedeflere yönelme şuurunun ifadesidir.”1, diyen Türkeş, milliyetçiliğin başlangıcına, milleti sevme şuurunu koyar. Sevgi, milletini koruma ve koruduğuna sahip çıkma duygusunu pekiştirecektir. Nitekim Türkeş sevgiyi esas alan ve ayrılıkçı yaklaşımları reddeden, kültür milliyetçiliği temelinde bir anlayışın, görüşlerini oluşturduğunu “Türk milliyetçiliğinin temeli sevgidir.”2 diyerek açıklar.
Buradan hareketle dün bugün çizgisinde, kendi değerleri doğrultusunda, bölgemizi ve Dünya’yı etkileyen meselelere çözüm yolları sunmak ve uygulanılmasına gayret etmek Türk milliyetçiliği anlayışının, vazgeçilemez öncelikler arasında olduğu ortaya çıkmaktadır.
DÜNYANIN KÜRESELLEŞME SÜRECİ VE
KÜRESELLEŞMENİN HEDEFLERİ ETKİLERİ
Son yarım asırdır daha sık duyduğumuz “Küreselleşme” kavramı da bölgemizi ve Dünya’yı yönlendiren en etkili tanımlamalar arasında yer almaktadır.
Bu kavram ne ifade etmektedir?
Ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik denge açılardan küresel bütünleşmenin, entegrasyon ve dayanışmanın artması, küreselleşme için söylenebilecek en geniş tanım olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ancak bu yaklaşım hakkaniyetli bir Dünya dengesinden ziyade kuvvetli olanın Haklı olduğu bir sürece devşirilmiştir.
1456’da ilk kitabın Gutenberg’in matbaasında basılması, 1896’da ilk modern olimpik oyunların yapılması ve 1965’te ilk geniş alanlı bilgisayar şebekesinin ABD’de kurulması dünyanın küreselleşmesini hızlandıran olaylar olarak gösterilmektedir.
Buna göre son yarım asırda yaşananlar iyi etüt edildiğinde; küreselleşme, dünyaya hakim olmak isteyen sanayileşmiş devletlerin, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını, kendi çıkarlarına mâl edebilmek için II. Dün-ya Savaşı’ndan sonra ortaya attıkları bir kavramdır.
Bu giriş doğrultusunda küreselleşmenin ekonomik, kültürel ve siyasal üç temel tarzı ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Ekonomik olarak küreselleşme teknolojik gelişmelerle başka bir boyut kazanırken iletişim ve bilişim olarak ifade edebileceğimiz teknolojik küreselleşme insanları tüketim çılgınlığına itmiştir. Kültürel olarak ise psikolojik transferleri ihtiva eden ve sosyal yapıları kontrol altında tutmayı ilke edinen bir yapılanmadan bahsedebiliriz.
Küreselleşmenin siyasi ayağı, 1991 yılında SSCB’nin çökmesi ile ABD’nin hakim olduğu bir dünya düzeninin alt yapısını da oluşturdu. Dünyada olan her şeyden etkilendiğini savunan ABD dünyayı denetleme arzusuna kapılarak zarar görmeme isteği ile dünyaya yön vermeye başladı.
Küreselleşmenin ekonomik dayanağını ise sermayenin uluslararası bir niteliğe dönüşmesi oluşturdu.
Uluslararası sermaye demek bir ülkenin başka ülkelerdeki yatırımları ve arkasındaki şirketler olarak karşılık bulan bir anlayıştır.
Küreselleşmenin ana unsuru ABD, az gelişmiş ülkeleri ve gelişmekte olan ülkeleri kontrol altında tutmayı yeğleyen yaklaşımlarına kültürel emperyalizmi de ekledi.
Kısaca küreselleşme, Dünya’da ki hakim erkin hakimiyetini devam ettirmek için her yolu meşru görmesinden başka bir anlam ihtiva etmemektedir.
Bu yaklaşımdan hareket ile küresel gücü elinde bulunduran yapılar; stratejik operasyonlarını, bilinçli bir şekilde kontrol etmek istediği ülkelerin toplumlarına ve yönetim-lerine hakim olma yöntemlerine giriştiler.
Huntington’un “Medeniyet Çatışması” teziyle ortaya koymaya çalıştığı “West-Rest” yani “Batı ve Diğerleri” bakışı, yeni yaklaşımları da beraberinde getirmiştir.
Nihayet uluslararası sosyal stratejiler, şu başlıklar çerçevesinde temellendirilmeye başlandı:
· Tanım yapma
· Tanımı açıklama ve kendi bakışı ile anlamlandırma
· Çıkarlara uygun bir şekillendirme
· Yeni yapıyı yönetme
Bu sistematik yaklaşıma, uluslararası stratejik derinlik kazandırmak isteyen küresel güçler; “finansal, siyasi ve kültürel politikalar” geliştirmişlerdir. Bunu yaparken de tarihi akışı ve süreci ihmal etmeyecek nitelikte stratejik yaklaşımlar sergilenmiştir.
Mesela, derinlemesine bir analiz ile yılları alan çalışmalar ve sistematik bütünlük içerindeki kurgular neticesinde en büyük küresel proje, Ortadoğu üzerinde gerçekleştirilmiş ve gerçekleştirilmektedir.
Petrol merkezli ekonomik politikalar ortaya koyan kıtalar arası strateji, aslında içinde tarihsel derinliği de ihtiva etmektedir. Onun için Ortadoğu toplumlarını etkileyen küresel devinim, ekonomik, sosyolojik ve siyasal yapıları da derinden etkilemektedir.