Dünya, coğrafyamız ve ülkemiz oldukça zor günler geçiriyor. Bir yandan küresel bir salgın ile mücadele edilmeye çalışılırken öte yandan küresel güçler küresel saldırılarını piyonları aracılığıyla devam ettiriyor.
Dünyayı kendi emperyal çıkarları doğrultusunda şekillendirmek isteyen küresel güçler, bölgemizde bu küresel güçlere bir şekilde stratejik işbirliği içinde olan ve Orta Doğu’yu kan gölüne çeviren ülkeler, nihayet Türkiye üzerinden terör uzantılı yeni devletçik planları…
Tarih, bu sahnelere yabancı değil. Ancak mazide yaşanan böylesi emperyalist girişimler, ülkelerin Ülkücü aydınlarının fikri teamülleri ile çıkış yolunu bulmuş ve yöneticilerine ilham kaynağı olmuştur. Özellikle Türk milleti, Çin saldırılarından Haçlı istilasına, Büyük Fetih Hareketlerinden milli mücadeleye kadar her evrede ilim ve fikir adamlarına danışmış, ülkeyi etkileyen her meselede kurduğu meşveret ortamları ile çözüm arayışlarına girmiştir. Ve devrin bilge kişileri düşüncelerini söylerken bireysel dünyasını değil milletin menfaatlerini esas aldıkları için Kağana, Sultana, Padişaha veya lidere göre değil, bilgi, tecrübe ve ilkeler göre kanaat serdetmişlerdir.
Ne zaman ki aydın olduğunu ifade eden kişiler yerini korumak, makam sahibi olmak, maddi rahatlık elde etmek derdine düşmüş işte o zaman ifade edilen görüşlerin de mahiyeti, milletin/ülkenin çıkarlarına ters bir istikamette olmuştur. Bu çerçevede ülkemize ve kadim coğrafyamıza baktığımızda, yaşanan süreçlere yönelik yapılan analizler irdelendiğinde dünyanın, bölgemizin ve ülkemizin yaşadığı buhranlar anaforunun hatlarını daha net görme imkânına sahip oluyoruz.
Buradan hareketle genelde, insanların millet olma vasfı ve devletlerarası menfaat ilişkileri açısından kendi toplumunun çıkarlarını öncelemesi kaçınılmaz bir ilişki sarmalıdır. Ama özelde, bir fikri savunanların da – doğru veya yanlış olduğuna bakmaksızın- yandaşını hatadan arî görmesi; Erol Güngör’ün “vekar”(1) şeklinde ifade edip Ülkücülerin “şahsiyetçilik” olarak tanımladığı ahlak yaklaşımlı tutumla örtüşmediği bir hakikattir.
Ülke içinde yaşanan kısır çekişmelere, politik çatışmalara, gündem dışı pragmatik yaklaşımlara son verme adına bir idealist tavra ihtiyaç vardır. Pek çok defa ifade edildiği gibi, “Türk milletinin tarihi mirasının günümüzdeki takipçisi Ülkücü hareket geçmişindeki şevki yeniden hissetmeli, yaşamalı ve yaşatmalıdır.
‘’Anadolu’nun dağlarında, ovalarında bir Eyyüp Peygamber sabrı ile dolaşan, çalışan, kahırkeş, çilekeş” insanımızı bu kutlu davaya davet edeceksek ve yine “Anadolu yaylasında kopan bir fırtına bütün Dünya’yı tesir altına alabilir.”(2) deniliyorsa yeniden asl-i cevheri harekete geçirmek gerekiyor.
Birincisi, dün olduğu gibi bugün de birilerine göre ve birilerinin hoşuna gitsin diye değil, inandığımız değerlere göre yaklaşımlar sergilemek esas olmalıdır. Bu değerlendirmede öncelikli yaklaşım, İslam’ın izzeti, Türk milletinin ve Türk Dünyasının geleceği, memleketimizin bütünlüğü, bölgemizin huzuru esas alınarak yapılmalıdır.
İkincisi, nerede hangi vazifeyi yapıyorsak yapalım, adalet, liyakat ve istişareyi esas alarak, profesyonel yaklaşımlar, kurumsal kimlikler ve projeler ortaya konulmalıdır.
Üçüncüsü, vefa anlayışı ile hareket ederek; toplumsal meselelere, ülkemizin buhranlarına, bölgemizin açmazlarına yapılacak ilmi, akademik, toplumcu çözümler sunulmalıdır.
Genel manada ise, adaleti merkeze alan, ekonomik problemlerini çözen, Türk Dünyası için somut adımlar atan, kadim coğrafyayı kucaklayan bir atılıma ihtiyaç olduğu aşikardır.
Bütün yaşananlar göstermektedir ki, Türk milleti kendi değerleri ile bütünleşen, Türkçe Bakış çizgisinde millete vefalı duruş sergileyen bir anlayışa olan özlem ile yarına bakmaktadır. O yarını doğru okuyanlar ve” Emrolunduğu gibi dosdoğru olanlar”(3) Türk milletinin, Türk Devletinin geleceğine sahip çıkacak ve onu milli ülküleri ile yarınlara taşıyacaklardır.
Ülkücülere düşen; beklentisiz, riyasız, saf ve temiz duygularla, milletimizle kucaklaşmaktır. Oportünizmden uzak, pragmatizme kapalı, gönlünü, ruhunu, beynini, ilmini inançlarının emrine vererek Türkçe Bakış şuuru ile yollara düşmek asli anlayış olmalıdır.
Ülke gündemimize ve Ülkücü okumalara bu minvalde baktığımızda yukarıdaki değerlendirme ile birlikte bazı eklemelerde yapmak gerekmektedir.
Şu bir hakikat ki, ülkemizin meselelerine de, çözümlerine de hatta gelecek tasavvurunu da en müşahhas yaklaşımlar, Türkçe Bakış fikriyatın muhtevasında mevcuttur. Ancak bu donanımları ve değerlendirmeleri toplumla buluşturma noktasında aynı paralelliğin gösterildiğini söylemek oldukça zor.
Türkçe Bakışa sahip mütefekkirler, toplumcu beklentilere cevap verebilen insan olmalıdır. Çünkü bu milletin beklentisi, kendisini anlayan ve kendisi gibi yaşayan bir tarzı arzulamaktadır.
Olaylara karşı adaletli bir tutum sergilemenin yolu “Hukukun temeli sosyal adalete dayanmalıdır.” ifadesindeki gibi milletle bütünleşme olduğunu Ülkücüler ortaya koymuştur.
Öyleyse “siyasette nezaketten, toplumda gönül seferberliğine, ekonomide milli üretimden eğitimde bilgi ve sevgiye, ülkede kardeşlikten bölgede birliğe” anlayışları ile gerçek gündem ülkeye hâkim kılınmalıdır.
“Millete vefa” diyerek büyük bir aşk ile, kullanılması gereken meşru her yol kullanılarak” Türkiye’nin Meseleleri ve Çözüm Yolları” diyerek büyük bir hareket başlatılmalıdır. Bütün profesyonel yaklaşımlar amatör bir ruh ile ayağa kaldırılmalı ve Türk Milletinin, Dündar Taşer’in ifadesi ile “Kendine dön, kendi büyük idealine, cihan kadar geniş devlet telakkisine, milli idrakine sarıl”(4) şuuru ile yeniden dirilişi gerçekleştirilmelidir.