ÜLKENİN GELECEĞİ İÇİN ÜLKÜLERİN AKTARIMI
Ülkeleri ayakta tutan en güçlü esasların başında o ülkenin ülküleri gelir. Türk milletini de maziden besleyip atiye taşıdığı ülküleri, daima diri tutmuş ve birliğin en kuvvetli bağı olmuştur.
Yer yer sarsıntılar yaşansa da ülküler için ülkücüler devreye girerek yeniden ülkeye istikamet kazandırmıştır.
İşte Alparslan Türkeş, 1985 yılında cezaevinden çıktığında “Nerede kalmıştık?” anlayışı ile yeniden yola revan olurken şu ifadeleri kullanıyor.
“Çok çile çektim, sürgün oldum, eza ve işkencelere tabi tutuldum. Ama vaz geçmeyi hiç düşünmedim.”
Evet, kaderini milletin kaderine bağlamış, milletinin mutluğunu kendi mutluluğu olarak görmüş bir hareketin liderinden başka bir yaklaşım beklenemezdi.
Nitekim o zor dönemlerde 12 Eylül’ün silindiri altında tar-umar olmuş bir hareketin mensupları ümitsizlik girdabında kıvranıp tam da havlu atacakken o ses yine devreye girecek ve “Kafamı bozmayın ilkokul çocuklarından başlarım.” diyecekti.
Ömrü sürgünlerle, hapislerle, işkencelerle, kadir bilmezlerin ihanetleri ile geçen ve her defasında da aynı iman ile koşan bir Başbuğ; emaneti, Türk Milletinin vefa sahibi evlatları ülkücülere bırakıp, bağımsızlık ateşini yakarak at üstünde ölen yiğit gibi; Afşinlerin, Yamtarların, Alparslanların, Kürşatların uçmağına gidecekti.
Ve bugün…
Elbette varlığını milletine adamış bir hareketin mensupları özellikle de yine Başbuğ’un ifadesi ile “Ülkücü Aydınlar Kadrosu kalkınmanın temel harcı olacaktır.” anlayışı mukabilinde Ülkücü münevverler, ülkücülerin bugünü ve yarını adına fitneye kapıları kapatarak çözüm dolu somut yaklaşımlar ortaya koymaktadır/koymalıdır.
Her tür siyasal beklenti ve kaygıdan uzak durarak, Türk Milliyetçili fikrinin, Ülkücü şuurun, Milli Ülkülerin yeni nesle aktarımı vazgeçilmez bir öncelik olmalıdır.
Bu husus hep diri tutulmalıdır. Yine Hüseyin Nihal Atsız’ın “Türkçülük ülküsü, bizden amansız bir vazife ahlakı istiyor.” dediği gibi, bu vazife arınmış bir gönül ve inanmış yüreklerle yapılmalıdır.
Atsız bu düşüncesinin gerekçesini şöyle izah eder:
“Türkçü, milletine bir hizmet yaparken bunu beğenilmek için değil, bunu vazife bildiği için yapar ve yapacağı en büyük hizmetin bile, adı sanı bilinmeden ölüp mezarsız yatan şehitlerin hizmeti yanında pek küçük kalacağını bilir.”
Yine Atsız’a göre “Milli ülküler, yüzyıllar boyunca değişmeden yaşar. Değişen tarafları ana çizgileri değil, teferruat veya taktiğidir.”
İşte onun için diyorum ki!
Ülkücü olduğunu söyleyen ve buna gönülden iman eden herkes, bu şuurun nesilden nesile aktarımını ana vazife olarak telakki etmelidir.
Unutmayalım ki bizler, bugün büyük bir aşk ile ülkülerimize bağlı olmamızı, bizden önceki neslin “ Ölmeğe vatan yahşi” diyerek varlığını feda eden ve bu fedakarlığı yaparken ülkülerini yaşayıp anlatanlara borçluyuz.
Yıllar sonra da aynı şuurun devamı, bizlerin “yorulmak” kavramını unutarak ülkülerimizi yaşatma ideali şuuru ile yeni nesile aktarmamız ile mümkün olacaktır.
Peki nedir bırakacağımız emanet?
Onu da emanetin sahibinden ifade edelim.
“İçimizde Tanrı Dağı’ndan taşıdığımız Ergenekon seddini eriten ateş, gönlümüzde, zihnimizde Hira Dağı’ndan doğan güneşin ışığı var. Biz Müslüman Türk’ün öz nizamını, milli nizamı temsil eden milli hareketiz.”