Hayatımızda var olmasını arzuladığımız  mefhumlardan birisi olan bereketi neden yitirdiğimizi anlamaya  ve yaşamımızın her zerresinde bereketi  yeniden nasıl yakalayacağımızı idrak etmeye çalışıyoruz. Hakikatte çok kapsamlı olan bu meselede bazı hususlara  yer verecek ve konumuzun ana unsurlarını sınırlandıracağız. İçinde bulunduğumuz çağ maddeye manadan, dünyaya ahiretten daha çok itibar edildiği ve toplumun gündeminin çoğunlukla maddi unsurlar olduğu bir dönem oldu. Gitgide dünyevileşiyoruz. “Her ümmetin bir fitnesi (imtihan vesilesi) vardır, benim ümmetimin fitnesi ise maldır.” diye boşuna dememiş Hz. Peygamber. (Tirmizi, Sünen, Zühd, 26) Zamlardan, maaşlardan, ikramiyelerden, emeklilikten, enflasyondan başka bir şey konuşmaz olduk. Para gözden, cepten kalbe indi. Biz bunları konuştukça ve asıl yönelmemiz gereken şeylere yönelmedikçe de Allah değer verdiğimiz şeylerle bizi imtihan etmeye devam ediyor ve edecek.
Dinimiz kesinlikle zengin ve zenginlik karşıtı bir din değildir. “Dünyadan nasibini unutma.” diyen, zekat vermek için çalışanların kurtuluşa eren müminlerden olduğunu söyleyen Rabbimizdir. (el-Kasas, 28/77; el-Mü’minun, 23/4) “Bir lokma bir hırka” dinin değil kişinin tercihidir.  Ancak İslam kesinlikle hırs ve tamahkarlık karşıtı bir dindir. İster dini isterse dünyevi olsun her işte dengeli olmayı, ifrat ve tefritten uzak durmayı öngören bir dinimiz var. Allah bu ümmeti “vasat” yani dengeli bir ümmet olarak vasfediyor. (el-Bakara, 2/143) Bu bağlamda hırs   “bir şeyi şiddetle arzu etme, ona aşırı derecede tutkun olma, şiddetli ve sonu gelmeyen istek, taşkın arzu, aç gözlülük”  anlamlarıyla bir Müslümanda olmaması gereken özelliklerden birisi olarak karşımızda duruyor.
Hâkim b. Hizam Hz. Hatice’nin yeğeni ve Zübeyr b. Avvâm’ın amcasının oğlu.  Hakîm peygamberlikten  önce Hz. Peygamberin yakın arkadaşıydı. Mekkenin fethinde müslüman oldu ve Huneyn savaşına katıldı. Hz. Peygamber ganimetleri paylaştırdığında ona da verdi ancak o bunu yeterli görmeyip bir daha istedi. Hz. Peygamber biraz daha verdi ancak o yine istedi. Hz. Peygamber yine verdi ve dedi ki: “Ey Hakîm! Gerçekten şu dünya malı yeşil ve tatlıdır. Kim onu hırs göstermeksizin/gözü tok olarak alırsa, o malda kendisine bereket verilir. Kim de ona göz dikerek hırs ile alırsa, o malın bereketi olmaz. Böylesi kişi, yiyip yiyip de bir türlü doymayan obur gibidir. Üstteki (veren ) el, alttaki (alan) elden daha hayırlıdır. Hakîm diyor ki, bunun üzerine ben: Ey Allah’ın Rasûlü! Seni hak din ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, ölene dek senden başka kimseden bir şey kabul etmeyeceğim, dedim. Gün geldi, Hz. Ebu Bekir  Hakîm’i kendisine ganimet malından hisse vermek için çağırırdı da Hakîm, onu almaktan uzak dururdu. Daha sonra Hz. Ömer, kendisine bir şeyler vermek için davet etti. Hakîm yine kabul etmedi. Bunun üzerine Ömer: Ey müslümanlar! Sizi Hakîm’e şahit tutuyorum. Ben kendisine şu ganimetten Allah’ın ona ayırdığı hissesini veriyorum, fakat o almak istemiyor, dedi. Netice itibariyle Hakîm, Rasûlullah’ın vefatından sonra, ölünceye kadar kimseden bir şey kabul etmedi.” (Buhari, Sahih, Zekat, 50)
Dolayısıyla biz Allah’ı, her şeyin hakikatte Allah’ın olduğunu, bizlere verilen dünyevi şeylerin birer imtihan kılındığını, maddi imkanlarımızın ihtiyaç fazlası olanlarını ebedi yaşayacağımız ahiret hayatı için sabretmemizin gerekliliğini, insana her şeyi yaptıran hırs ve tamah gibi olumsuz özelliklerden arınmamız gerektiğini hatırlayıp idrak ettiğimizde hanelerimiz, ülkemiz, dünyamız yeniden rahmet ve berekete kavuşacaktır. Allah dünyevi meselelerde hırs ve tamahkarlık göstermekten bizleri korusun. Mal ile imtihanımızda bizlere yardım eylesin. Kanaatin ve tok gözlülüğün bereketini lütfeylesin.
Dr. Yavuz Tuğberk