“Sırlarım olmaz iniltimden uzak
Her göz görmez, işitmez her kulak”
Bir gün hikmet ehli bir zat, talebesiyle birlikte tarihi bir camide namazını kılıp camiden çıkarken cami avlusundaki kabirlere bakıp yanındaki öğrencisine: “Bakın, bu kabirdekiler bize bir şeyler söylüyor.” der. Öğrencisi de: “Ne söylüyorlar efendim?” diye sorar. Mübarek zat: Diyorlar ki, “Ey Müslümanlar! Biz, sizin Müslüman olmanız için, ana yurdumuzu, ana ocağımızı terk ettik. Çoluk çocuğumuzu, bağımızı bostanımızı terk edip ta buralara kadar geldik ve şehit düştük. Siz de, bizim getirdiğimiz bu emaneti, bu din-i İslâm’ı, sizden sonrakilere aktarıyor musunuz? İslâmiyet’i çocuklarınıza, genç nesillere anlatıyor musunuz? Bunu yapmazsanız, iki elimiz yakanızda olsun” diyorlar. Böyle diyerek devam etti: “Allahü teâlânın kulları “ben yanıyorum” derken, biz burada su içemeyiz efendim. Şu anda, kabristanlarda, toprağın altında, bir kısım insanlar yanıyor. Çünkü kabirler, ya Cennet bahçesidir yahut da Cehennem çukuru. Yani bazı kabirlerde şimdi Cehennem ateşi var ve o ateşte yananlar, şu an feryat ediyorlar. Bu feryat seslerini biz duymuyoruz, ama hayvanlar duyuyor efendim.
İnsanda üç göz vardır. Bunlar, baş gözü, beyin ve kalp gözleridir. Bu üç gözün her birinin bir görüş mesafesi vardır. Gözün göremediğini, akıl, aklın göremediğini gönül gözü görür. Ancak bu gözlerin açık olması, görebilmesi gerek. Mevlana hazretlerinin ifadesiyle: “Her göz görmez, işitmez her kulak.” Mesela baş gözü Ay’ın bulutların arasından hızla gittiğini görür; akıl gözü ise Ay’ı değil, bulutların hareket ettiğini söyler. Baş gözü görmeyen insanın her an bir kazaya kurban gitmesi muhtemeldir. Akıl gözü ise bilgi ile aydınlanmadıkça göremez ve insanın hayatı başarısızlıklar, hatalar ve sıkıntılar içinde geçer, mahvolur. Üçüncü gözümüz olan kalp gözü ise dünya ve ahiret saadeti için bir ayna gibi saf ve tertemiz olmalı ki, görüşü keskin olsun. Ötelerden gelen sesleri işitsin, kendi yarınlarını görsün. Bu da imanla ve aşkı ilahi ile olur. Aksi halde ebedi felaket kaçınılmaz olur.
Bilgili ile bilgisiz arasındaki fark, görenle göremeyen arasındaki fark gibidir. Eğitimin amacı insanın gözündeki perdeleri kaldırarak etrafını, yarınlarını, hatta ötelerin ötesini görmesini sağlamaktır. Nereden gelip nereye gittiğini bilmeli insan. Gerekli olan bilgilerden mahrum kalan, görme engelli bireye benzer. Yolunu bulamayıp bir kazaya uğraması işten bile değildir. Böyle görme engelliye yapılabilecek en büyük iyilik tedavi yoluyla görmesini sağlamaktır. Yani başkasına ihtiyaç duymadan yaşamını en güzel şekilde idamesine yardımcı olmak, gözünü açmakla olabilir. Bu mümkün olmazsa elinden tutup tehlikelerden koruyarak yardımcı olmaktır.
Eskilerin ilim ve irfan dedikleri bir kavram vardı. İrfan, aklın ve gönlün hakikate ulaşmasıdır. Bu kavram aslında gerçek Kızılelma’mızdır. İnsanlığın iki cihan saadetinin anahtarıdır. Milli eğitimin asıl gayesi de ‘ilim ve irfan’dır. Zira bütün eğitim sistemlerinin biricik amacı bilgili ve iyi insan yetiştirmektir. Bu sayede göz dağın arkasını görür, kulak asırlar ötesini duyar, gönül ise mana aleminde seyran eder olur. Anadolu erenlerinden olan Niyazi Mısri hazretlerinin tabiriyle: “İnsan-ı kamil olmaya, lazım olan irfan imiş.”
İLİM VE İRFAN
Eğitimci Yazar İdris İSPİROĞLU
Yorumlar