İstekleri ve ihtiyaçları ayırt etme yaşını çoktan geçmiş olmamıza rağmen hala başkalarının da beğenisini hesaba kattığımız; heveslerimizi temel gereksinimlerimizmiş gibi algıladığımız bir alışveriş stilimiz var.
Hatta çoğu zaman kendi beğenimizi, konforumuzu devre dışı bırakıp tamamıyla diğerlerinin gündemindeki zevkleri önemseyip dudak ısırtan o duyguyu aktive etmeyi hedefliyoruz bir şey satın alırken. Onların da gündemleri devamlı değişiyor öyle değil mi? Yerinde sabit kalan bir olguya moda diyemeyiz çünkü.
Yetmezmiş gibi bizden daha güzel giyinenler, daha iyi bir eve, arabaya, daha gösterişli eşyalara sahip olanlar canımızı sıkmasın diye yarış pistinde gibi yaşıyoruz hayatın bu tarafını. Aynı abiye ile üst üste iki düğüne kınalı gündüzlü gidebilen varsa söylesin. "Davetliler ortaksa olmaz" kıstası şöyle dursun, story'de paylaşırsak maskara olmuşuz demektir. "Göre göre ben usandım, o giymekten usanmadı" diye gıybetimiz yapılır maazallah. Onları günaha sokmaktansa fedakarlık yapıp israf etmenin kahramanca gururunu yaşıyoruz, fena mı?!
Düşünelim bakalım en son ne zaman severek aldığımız bir eşyayı başkalarını da hesaba katmadan beğenmişiz. Yalın olarak kendi öz değerlendirmemizin neticesinde verdiğimiz kararla satın aldığımız çok az nesne var değil mi?
Herkesin görebileceği yerde kullanacaksak genellikle topluma ayak uydurma zorunluluğu hissediyoruz. Bu da zamanla elalem denen terör örgütünün elinde esir düşmüş gibi emrolunduğumuz neyse onu almayı ihtiyaçtan saymamıza neden oldu. O çay mutlak surette o tepsiyle verilecek! O sunum o tabakla yapılmazsa bizden değilsin! Kınada giydiğini düğünde de giyersen linç yersin diyen gümrük memuru kılıklılara malzeme vermektense insan içine çıkmamayı yeğler bazısı.
Sonu olmayan isteklerin çukurunda boğulmak yerine kendimize dur diyebilmenin özgürlüğüne varıp sadelikte yarışalım mı? Gardırobunda en az kıyafeti olanın kazandığını anlatalım insanlara mesela. Huzurun eşya yenilemekle gelmediği gerçeğini hatırlatalım. Bilakis sınırları zorlayarak sahip olduğumuz ne varsa yüzleşemediğimiz eksiklerimizi örtmeye çalışmamızın alameti olabileceğinden bahsedelim.
Geri kalmayalım derken sele kapılmak akıllıca değil. Çırpınması gerekenler, çoğunluğu suyun içinde gördüklerinden her şey normal sanıyor. Birileri boğuluyorsunuz diyor ama kulaklar suyla dolmuş, duyabilene aşk olsun.
Hatice Doğan