Orhan Kemal’in asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür. 15 Eylül 1914 de Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Babası Abdulkadir Kemal Bey 1920-1923 döneminde birinci TBMM’de milletvekillik, 3 Mayıs 1920 de Vekiller Heyeti’nde Adliye Başkanlığı yaptı. 26 Eylül 1930 da Adana Ahali Cumhuriyet Fırkasını kurdu. Partisi kapatıcına 1931 de Suriye’ye kaçtı.

    Orhan Kemal de ailesiyle gidince Orta sınıfı yarıda bıraktı.  Bir yıl kadar Suriye’de ve Lübnan’da kaldı. 1932 de Türkiye’ye döndü.

    Pek çok yazar hayatının bazı safhalarında geçimini sürdürebilmek için çeşitli işlerde çalışmışlardır. Orhan Kemal de o sıralarda Adana’da çırçır fabrikasında işçilik, dokumacılık, katiplik, ambar memurluğu yaptı.

      5 Mayıs 1937’de evlendi. Kızının doğduğu günlerde 1938 yılında 24 yaşında yolu Niğde ile kesişti. Niğde’de asker oldu.

     Niğde’de askerlik vazifesini ifa eder. Bölükteki asker arkadaşlarından çok bilgilidir. Komutanının verdiği derslerde yanlışlar bulur. Konuşmaları rahatsızlık vermektedir. Üstlerine olan davranışları, karşı çıkışları nedeniyle ceza alır.

      Buna bir de “Komünizm faaliyeti; yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana teşvik” suçu eklenir ve mahkûm olur. 27 Ocak 1939’da beş yıla hüküm giyer. Cezaevine gönderilir. Ardından Kayseri, Bursa ve Adana cezaevlerinde yatar.

      Yıl 1940 kış ayıdır. Bursa Cezaevine getirilir. Cezaevinde Nazım Hikmet de yatmaktadır.

      O günleri Orhan Kemal şöyle anlatır:

      “Ben hapishane kaleminde evraklar ile uğraşıyordum. Amirim olan hapishane kâtibi postadan yeni gelmiş resmi evraka bakıyordu. “Ooo” dedi “gözün aydın üstadın geliyormuş.”

       “Üstad da kim?” Hiçbir üstadım falan yoktu.

       “Hadi hadi numara yapma, canım Nâzım Hikmet işte. Senin üstadın sayılmaz mı?”

       İnanamadım. Elinde tuttuğu müzekkereyi uzattı; “14 Mayıs 1966 tarihinde bitecek olan ceza süresini doldurmak üzere tutuklu Nâzım Hikmet idarenizde bulunan cezaevine naklen gönderiliyor.”

        Herkes gibi ben de ona gıyaben hayrandım. Herkes gibi kendimi bilmeden onu seviyordum.  Muazzam koca şair…

         İdareden usulcacık çıktım. Hapishanede şiir yazan kendilerini şair sanan bizler üç kişiydik; Necati, İzzet ve ben. Fakat birincilik bende idi. Ne de olsa yazdıklarım basılıyordu.    

      Koşmamak kendimi zor tutuyordum. Necati’nin koğuşuna gittim. Necati Nâzım’ı İstanbul Tevkifhanesinden tanıyordu.

        Nâzım’ın geleceğini duyar duymaz Necati bir çocuk gibi ellerini çırpmaya sıçrayıp hoplamağa başladı.

      “Yaşasın!” Sonra da “Aman!” dedi, “Sakın ha şiirmiş soruymuş canını sıkmayın. Bundan hiç hoşlanmaz, pılısını pırtısını toplar başka koğuşa gider. İzzete de tembih et.”

      İki saat geçmeden bütün hapishane öğrenmişti; Nâzım’ı getiriyorlar.

       Aradan birkaç hafta geçti, Necati nefes nefese kaleme geldi: “Nâzım Hikmet’i az önce getirdiler!”

      İyice hatırlıyorum, kalemimi elimden düşürdüm.

      “Müdürün yanına soktular, ona senden bahsettim gel şimdi neredeyse avluya çıkaracaklar.”

      Bunları nefesi kesilerek bağırıyordu. Elimi kaparak beni neredeyse çekmeğe başladı. O kadar heyecanlıydım ki başım dönüyordu. Onu; Benerci, Jökond, Bedrettin destanlarını yazan insanı, şimdi görecektim demek!

       Kapı açıldı. Nefesimi kesmiş, gözlerimi kısmışım. Bir heykel sükunu içinde, azametli bir mermer heykel bekliyorum… Bir an yüz yüze geliyoruz, sonra göz göze. Mavi mavi gülüyordu. Bu gülüş muhakkak ki bir çocuğu hatırlatıyor. Temiz, taze, sıhhatli ve dost! Bir lahza şaşkın, bekledi. Galiba ne yapması lazım geldiğini ölçtü yahut tanış bir yüz arandı. Sonra gözüne Necati ilişti herhalde, ona doğru yürümeğe hazırlanırken, Necati ona koştu ve beni tanıttı. El sıkıştık. Ayaklarının topuklarını, hazır oldaki bir er gibi birleştirerek, kendisini teşrifata zorladığı aşikâr bir tarzda ciddileşmeye çalışarak:

“Ben Nazım Hikmet!” Dedi. Böylelikle tanıştılar.  Bu tanışma Orhan Kemal’in edebi yaşamının belirginleşmesinde bir dönüm noktası oldu.

     Nazım sordu,

   ” Siz nerede kalıyorsunuz?..”

   ” Aynı koğuşta…”

   ”Bana ayrı yer ayırmışlar… Yalnızlığı hiç sevmem… İdareden izin alıp ben de sizin koğuşunuza geçeceğim…”

    Hapishane arkadaşları günün birinde Nazım’a Orhan Kemal’in şiirlerinden söz ettiler…

  Nazım;

 ”Okuyun da dinleyelim…” dedi…

  Orhan çekine çekine okumaya başladı… Daha ilk dörtlük bitmeden Nazım;

  ”Yeter kardeşim yeter”, dedi.

  Orhan Kemal bir başkasını okurken, Nazım yine sözünü keserek;

  ”Berbat…” dedi, “Bir başkası lütfen…”

  Orhan başka bir şiirini okumaya koyuldu…

”Rezalet!.. Kardeşim, bu laf ebeliklerine, bu hokkabazlıklara ne lüzum var… İçtenlik duymadığınız şeyleri niye yazıyorsunuz?..”

Günün birinde Orhan Kemal’in, bir romana başlangıç olarak yazdığı bir yazıyı arkadaşları Nazım’a gösterdi… Nazım, Orhan’a,

”Birader neden söylemediniz bunları… Siz düzyazı yazın, düzyazı… Bir küçük hikâye deneyin, göreceksiniz ki başaracaksınız…”

 Böylece Orhan Kemal cezaevinde tam üç buçuk yıl Nazım’ın hem öğrencisi hem de arkadaşı oldu. İyi, nitelikli öykülere, romanlara imzalar attı.

Kaynaklar:

Orhan Kemal Nazım Hikmet ile tanışmasını anlatıyor, Kitaptan Sanattan, 2020

Orhan Kemal. Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl. Everest Yay. 2007.

https://www.orhankemal.org/links/index.html