Şehirlerde yapılan faaliyetleri, sanat, edebiyat ve kültürel çalışmaları bize aktaran kaynaklardan biri de şehir dergileridir. Çeşitli şehirlerde yayınlanan dergilerin birçoğunun içeriğini gördüm. Genellikle, şehrin hangi mahallesine park yapıldı? Hangi yollar asfaltlandı?  Hangi sokağa kaldırım yapıldı vb. haberler ve yorumlarla dolu. Tabii ki sayıları az da olsa içlerinde farklı bir anlayışla yayın yapanları da var. Bu dergilerden biri de "Dört Mevsim Niğde” dergisidir. Dergiyle ilgili ön bilgiler şöyledir:
     Derginin sahibi: Niğde Belediyesi adına: Emrah Özdemir
     Genel Yayın Yönetmeni: Bülent Küçüktuna
     Sorumlu yazı işleri müdürü: Sinan ceylan
     Editör: Mehmet Baş
     Bu dergide Belediye haberleri yanı sıra, araştırma, deneme, fikri ve kültürel konular, özgün bir şekilde işleniyor.
      Derginin bazı sayılarında Niğde Valisi Sayın Dr. Cahit Çelik'in de yazıları var. Sayın Valimizin bu vesileyle devletin bir bürokratı olmasının yanında düşünce ve entelektüel yönünün de olduğunu öğreniyoruz. Örneğin, Hüdavend Hatun Türbesi’yle ilgili araştırma yazısı, zengin bilgi içeriğiyle, ufuk açıcı yorumlarıyla üst düzey bir yazıdır.
    Sayın Valimizin bürokratik yönü de dikkate değerdir. Gurur ve kibirden uzak, mütevazı kişiliği, şehrin ilçelerini ve köylerini dolaşması, sorunları bizzat halkın içinde ve halktan dinleyerek yapması, takdire şayan bir durumdur. Allah selamet versin!
     Derginin bazı sayılarında âcizane bizim de yazılarımız var. Örneğin son sayısında yer alan "Hoşgörü Kültürü ve Doğal Ortamın Korunması” başlıklı yazıdan bazı bölümleri paylaşmak istiyorum.
      “Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi? Niğde’de Perşembe pazarı civarında birbirine çok yakın mesafede üç mabet var. Bunlar Sungur Bey cami, Rum kilisesi ve Ermeni kilisesidir. Bu mabetler uzun yıllar insanların gidip ibadet ettiği mekânlar olmuşlardır. Birbirlerine bu kadar yakın olmalarına rağmen farklı din ve inançlarda olan bu insanlar nasıl barış ve kardeşlik içerisinde uzun yıllar birlikte yaşayabilmişlerdir? Hem ülkemizdeki huzur ve güven hem de dünya barışı açısından cevaplanması gereken bir soru. Bu soruya elbette farklı cevaplar verilebilir veya çok yönlü değerlendirmeler yapılabilir. Bence, bu huzur, güven ve barış ortamının oluşmasında İslam medeniyetinin büyük etkisi vardır.
     Şu anda, mensupları olmasa da bu yapıların varlığının korunması, sanat ve kültürel mekânlar olarak kullanılması önemli bir hizmettir. Mesela, Ermeni kilisesi, Sanat galerisi olarak, Rum kilisesi ise 100. Yıl Millet Kütüphanesi olarak hizmete devam ediyor. Niğde Belediyesi’ne ve emeği geçenlere teşekkürler…”
     “…Önceki yaz aylarından birinde Niğde’nin bazı köylerini, yaylalarını ve dağlarını dolaşma imkânımız oldu. Geçirdiğim birkaç gece ve gündüzde, yaşadığım duyguları ve mutluluğu anlatmak için kelimeler yetersiz kalır. Sanki gündüzü daha bir gündüz, geceyi, daha bir gece gibi yaşadım ve hissettim. Güneş, ay ve yıldızlar, adeta gözüme farklı gözüktü. Rakımı yüksek tepelerden, esen rüzgârların eşliğinde uzaklara baktım ve hayallere daldım…
     Gezdiğim yerlerde ve karşılaştığım insanlarda gördüğüm tevazu ve samimiyet Anadolu topraklarının değerini bir kez daha anlamamı sağladı.
     Bu topraklara gereken ilginin gösterilmediğini ve yeterince değerlendirilmediğini de üzülerek gözlemledim. Maalesef insanlarımızda her şeyi devletten beklemek gibi bir hastalık vardır. Elbette yol, ulaşım ve diğer bazı hizmetlerin sağlanması öncelikle devletin görevidir. Ama insanlarımızın da özellikle imkânı olanların buna destek vermesi ve katkı sağlaması gerekir. Örneğin ‘Aladağlar’ ve çevresi belki dünyanın en güzel manzarası, hava ve suyuna sahip bir yöresidir. Dağ turizmi açısından önemli bir bölgedir. Ama bu yerleri yeterince değerlendirdiğimizi söyleyebilir miyiz? Beklenirdi ki iş adamlarımız, bu yerlere insanların ilgisini çekecek, dinlendirecek ve eğlendirecek başta oteller olmak üzere değişik etkinlik alanları yapmış olsunlar. Belki önceki yıllara göre yapılanlar vardır, ama bence yetersizdir. Yapılan yatırımlarla hem kendileri kazansınlar hem de birçok insanın iş bulmasına katkı sağlamış olsunlar. Tabii ki bunları söylerken bölgenin doğal ortamının korunması ve ranta kurban edilmemesi gerektiğini de belirtmemiz gerekir. Ama maalesef bunlar yeterince yapılmadığı gibi buraların doğallığını kaybetmemesi için de gereken hassasiyet gösterilemedi.
     Çocukluğumda ( 1970’li yıllar) yaşadığım ve hiç unutamadığım bir hatıramı daha önce bir yazımda anlatmıştım ama bu vesileyle tekrar anlatmak istiyorum. Otoban ve çeşitli yolların henüz yapılmadığı ‘Çeleme’ yöresinden epey uzaktaki bir dağda bulunan yaylamıza bir yakınımla gidiyorduk. Adım başında bir keklik yuvasına rastlıyorduk. Öyle ki elimdeki bohça olarak da adlandırılan bez, şu anda sayısını hatırlamadığım miktarda keklik yumurtasıyla dolmuştu. Şimdi düşünüyorum da,  keşke o yumurtaların hiçbirine dokunmasaydım diyorum.
     Biraz ileride bir tavşan yolumuzun önünden hızla koşuyor. Yakalamak ne mümkün! Fazla uzak olmayan bir mesafede bir tilki iki de bir arkasına dönüp bakarak yürüyor. Şimdilik kaçmıyor.  Ama biz, onu yakalamak için hareket etsek o da hızlıca kaçıp gidecek.
     Geçtiğimiz yaz aylarında, yukarıda anlattığım ‘Çeleme’ yöresinde de gezindik ama bu hayvanların hiçbiriyle karşılaşmadık. Peki, bu canlılar nereye gitti? Masallarda adı geçen Kaf dağının arkasına mı gitti? Demek istediğim, yaşadığımız çevrenin ve doğanın kıymetini bilemedik. Bilinçsiz ve acımasızca yapılan avcılık ve kullanılan tarım ilaçlarıyla bu toprakları yaşanamaz hale getirdik…”( Nizamettin Yıldız, Dört Mevsim Niğde, 2024, Sayı:31, sf. 62-63)         
     Anadolu'nun diğer şehirlerine göre yetiştirdiği aydınların daha çok olduğu bir şehri olan Niğde’mizin ilelebet varlığını koruması ve bu şehre ait "Dört Mevsim Niğde" dergisinin de başarılı ve uzun soluklu olmasını dilerim.

  (Nizamettin YILDIZ)