Gazi KARABULUT yazdı : BİZİM ÇOCUKLAR - Niğde Haber Gazetesi
Doksan kuşağı, yarım asırlık ömrün çevresinde dolanıyor. Hatta kimileri apansız göçüp gidiyor. Her gün bir güzel insanı güzel atlarıyla yolcu ediyoruz. Yüreğimizde pırpır eden bir güvercin, her an kanat çırpacakmış gibi minik bir çarpıntıyla dile geliyor. Çok yazı yazdım, hikâyeler, kitaplar, romanlar kaleme aldım. Her birinde köklü bir milleti ve onun vefalı evlatlarını anlatmaya çalıştım. Bizden önceki neslin romanı, araştırması, çalışması yeterli olmasa da dile getirildi. Ama… Açlık, gözyaşı, sefalet içinde kutsal olduğundan zerre şüphe duyulmayan bir mücadelenin adsız kahramanları, doksan kuşağı çok ifade edilmedi. Şimdi onlar da elli yaş kuşağındalar… Onlar… Şehir şehir, köy köy sevdasının peşinde koşanlar… Bizim Çocuklar... Devraldıkları mücadelenin yarım asırlık yolcuları… Tıpkı kendilerinden öncekiler gibi kendileri de “adsız sansız olsa da kahramanlık” diyerek ardına bakmadan bir atılış gerçekleştirdiler. Hiç beklentiye girmeden; ‘desinler’ basitliğine düşmeden; her daim, varlıklarını var oldukları ülküye karşılıksız bir sevda şuuruyla feda ettiler. Feda etmenin lezzetini iliklerine kadar hissederek… Ülküden alacaklı olunmayacağı inancıyla; ölene kadar ona borcumuz olduğu düşüncesiyle, öldükten sonra ‘Ülkücüydü, ülküleri için yaşadı’ denilmesi arzusundaydılar… Mesela Bizim Çocuklardan bir Osman Dayı vardı; Az konuşan, çok icraat yapan… Gözünün gördüğü hiçbir şeyden korkmayan Osman Dayı, kendisine Üniversite başkanlığı görevi verildiği zaman ürkek bir serçe titremesiyle kılı kırk yarmaya başlayacaktı. Sevdasını yüreğine gömecek, cüzdanı köyün ortak malına dönecek, gece ile gündüz arasında fark kalmayacak, uykulara veda edecekti… Hâlâ da uyuyabildiği kanaatinde değilim ya… Mesela Bizim Çocuklardan bir ufacık tefecik Devlet Ağdur vardı. Okul başkanlığını alınca kimilerinin istihzai bir şekilde ‘Bu ufacık çocuk koca okulu nasıl yönetecek?’ diyenlerin yüzünü yere serecek ve aradan geçen onlarca yıla rağmen hâlâ üniversite de “Bir Devlet Reis varmış?” diye adı dillerde örnek bir ülkücü olarak anılacaktı. O ki iftar yapmak için parası olmadığı için bir çeşme başını seçip ertesi güne de sahursuz bir iftarla ulaşacaktı da temsilin mesuliyeti ile kan kusup kızılcık şerbeti içecekti. Şimdi de paranın sadece gayeye hizmet etmek amacıyla bulunması gerektiğini ifade eden bir Bozkurt… Mesela Bizim Çocuklardan bir Ramazan Polat vardı. Zayıf, çelimsiz ama gözü pek, korkusuz, deli fişek… Üniversitede kim nedir, necidir, ne yapar, her birini bilirdi. Ülkücülerle arası çok iyiydi ama derslerle anlaşmakta zorluk çekerdi. Nitekim Üniversite bahçesinde çıkan bir kavgada ders esnasında pencereyi açıp kendini aşağıya bırakacak kadar deli, fedakarlık yapılacaksa önünü düşünmeden ileriye atılan bir Kürşat ruhlu çeri… Mesela, ağırbaşlılığı ile örnek bir ülkücü olan Veli Keskin, sadeliği ile yol gösterir, ele avuca sığmayan Hüseyin Türkanoğlu, kavgaların Ulubatlısı olur, Halil Özkan abi on yedi dakikada teravih kıldırır, Sofi Murat sözleriyle ve yaşantısıyla devre mührünü vururdu. Bizim Çocukların her biri diğerine hayran olurdu. Şehirden de katılan olurdu Bizim Çocuklara. Kısa sürede onlar da Bizim Çocuklar olur, Şemsettin’in köyüne sabah ezanı vakti gider kahvaltı yapmanın lezzetini duyardık. Tufanoğlu’na zorla kendimizi davet ettirir iftar yapardık… Bizim Çocuklar vardı… Bizim Ocak ile başlayıp Ülkü Ocağı ile yoluna devam eden kutlu bir mekânın gönüllü hizmetkârları… Mesela Bir Uğur Keske vardı. Bizim Ocaklı yılların Ülkü Ocaklı döneme döndü yıllarda. Anadolu’nun susuz, çorak, kıraç topraklarından kopup gelmiş kavruk yüzlü gençlerini bir gece vakti evinin salonuna kurduğu masanın etrafına toplayan…. Ve onlara alışık olmadıkları bir unvan ile hitap eden. “ Osman Bey, Üniversitemizin başkanlığını siz yapacaksınız. Aslan Bey, Sosyal Faaliyetler Masa başkanlığı görevini siz yürüteceksiniz. Halim Bey, Ortaöğretim Masası başkanımız sizsiniz. Devlet Bey, Meslek Yüksek Okulunun Reisliğini siz yapacaksınız. Kürşat Bey, siz Ocağımızın Basın masasından sorumlusunuz. Gazi Bey siz Ocağımızın İkinci Başkanısınız…” Cılız omuzlara yüce görevler yükleyen bir Uğur Keske… O, Bizim Çocukların ağabeyi idi. Bizim Çocuklar, doksanlı yıllarda ülkenin her bir yanında bir meşale yakıyordu. Gerçi bazı ağabeyler nasihat vermekten de geri durmuyorlardı: “Bırakın bu işleri, ne ülküsü, ne Türkeş’i? Yarın bir iş sahibi olamaz şimdiki gibi açlığa mahkûmolursunuz… Bu işler boş işler…” Ö. Onlar, öyle dedikçe Bizim Çocuklar daha bir aşkla sarılırlardı ülkülerine… Çünkü ülkü, bizim çocuklar için bir yaşam ve eylem tarzıydı. Çünkü ülküsüz yaşamak ölmekten farksızdı. Çünkü ülkü; dün, bugün ve yarınlara ait bütün soruların cevabıydı. Çünkü ülkü, bir milletin tarihten getirip, atiye taşınması için kendilerine bırakılan kutlu bir emanetin adıydı. Nitekim, onlar Metin Tokdemir’i tanıma imkanı bulmuşlardı. Bizim Çocukları birbirine düşürmeye çalışanların türediği bir dönemde evlerinde misafir ettikleri Metin Tokdemir’den dinledikleri vefa dolu hakikatler vardı. Metin Tokdemir, üç gün üç gece Bizim Çocuklara ‘Neden Buradayız?’ sorularını bir kez daha bir iman şuuruyla izah etmişti. Tarihler değişse de daha önceki devranın Bizim Çocuklarını anlatmıştı. Dinledikçe diyorduk ‘Bizim Çocuklar hep aynı kaderi yaşamışlar. Hep derde düçar olmuş, hep fedakârlık yapmış, hep acı çekmiş, hep horlanmış, hep yalnız kalmış, hep karşılıksız sevmiş…’ … Ama Bizim Çocuklar devrana yenilenlere, makamlara esir olanlara, mevkileri ile küstahlaşanlara inat bazı şeyleri hiç unutmamıştı: Mesela, gece yarıları titreyen ellerle biraz da polis gözeterek asılan afişleri…
Mesela, nezarethanelerde sabahlamayı, veya mahkemelerde kefaret gerektiren mahkemeleri… Mesela, kızarmış gözlerin gecelerini, tan yeri ile buluşturan ezan sesine kadar devam eden derin tahlil dolu günleri. Mesela, paranın köyün ortak malına döndüğü kredi/harç günleri Türkistan’daki unutulmaz Satuk Buğra Han yemeklerini… Mesela, Başbuğ ile buluşulan demlerdeki hançerelerimizin parçalandığı haykırışları… Mesela, geceleri, mitingleri, konferansları, öğrenci harçlıklarının feda edilerek tutulan kırık dökük otobüslerle ilden ile yapılan yolculukları, o yolculuğun marşları… Mesela, En çok da, Ülküdaşlığın karındaşlıktan daha ileri seviyede bir akrabalık olduğunu… En çok da, Ülküdaşlık hukukuna sadakati… En çok da, ülkülerin gökteki yıldızlara benzediğini, yıldızlara ulaşamasak da yıldızlar sayesinde yönümüzü tayin edebileceğimizi… Hasılı…
Bizim Çocuklar…
Adamdı…
Adam gibi yaşadı…
Ve adam gibi yaşamaya devam ediyorlar…
Tıpkı şimdiki Bizim Çocukların yaptığı gibi…
Öyleyse şimdiki Bizim Çocuklara devrin Bizim Çocuklarından bir terennüm bırakalım:
“Bizim Çocuklar!
Köklerinizden kopmayınız. Çağı doğru okuyunuz. Çağlar ötesini aydınlatacak bir fikrî doluluğa sahip olunuz. Kınayanların kınamasına aldırmadan, Emrolunduğu gibi dosdoğru olunuz. Biliniz ki ülkünüz; güçlü müreffeh bir Türküye ve Türk birliğini gaye edinmektedir.
Hakeza!
Ülkücülük; bireyi, maddi ve manevi manada ideallerle donatan ancak ferdiyetçi yaklaşımlardan ziyade cemiyet hayatına istikamet kazandırıp mensup olduğu ülke, millet ve inançları için yarınları inşa edecek nitelikte ideolojik temelleri olan fikri bir harekettir.
Var olsun Bizim Çocuklar!
(Bu, Bir Ahde Vefa Yazısıdır. İsmini andığım Bizim Çocuklar dönemin yiğitleri adına birer sembol olması içindir. Bizim Çocukların sadece isimlerini yazsam bir kitap eder.Tıpkı her devrin Bizim Çocukları gibi… Her biri yüreğimin tam ortasında bir abide şahsiyettir.)