Yaşamak… Nedir yaşamak? Yalnızca nefes alıp vermek mi? Gözlerini sabaha açmak, karnını doyurmak, gece başını yastığa koymak mı? Eğer öyleyse; hayvanlar da yaşıyor, ağaçlar da, denizlerin derinliklerinde süzülen balıklar da… O halde, yaşamak yalnızca bir biyolojik varoluş mudur, yoksa çok daha derin bir anlamı mı vardır?
İnsana özgü olan onur, şeref, akıl ve vicdan gibi değerleri yaşantısına yansıtabiliyorsa bir birey; işte o zaman gerçekten yaşıyor denilebilir. Çünkü insan olmak yalnızca doğmakla, büyümekle, yaşlanmakla tamamlanan bir süreç değil. İnsan olmak, yaşarken "insanca" kalabilmektir. İnsanca yaşamak ise, sadece kendi varlığını değil, diğerlerinin varlığını da gözetmeyi gerektirir.
Ancak günümüz dünyasında, insan dediğimiz varlık; çoğu zaman bu onurlu yaşam biçiminden oldukça uzak bir profil çiziyor. Bir yanda kuru ekmeğe muhtaç, gözleri umutla bakan çocuklar… Diğer yanda, tüketmenin doruklarında, duygularını bile hissizleştirmiş, varlık içinde varlıksızlaşmış insanlar… Bir yanda her gün ölümle burun buruna gelen mazlumlar, diğer yanda bu acılara kulaklarını kapatmış, lüksün perdeleri arkasına saklanmış karar vericiler…
O zaman sormalı kendimize: Bu gerçekten yaşamak mı? Yoksa sadece ömrü tüketmek mi? İnsanlık, dünyayı yaşanmaz hale getirirken kendini de unutmuyor mu? Sevgi, paylaşım, empati gibi yüce duygular; çıkarın, hırsın, bencilliğin girdabında kaybolmuyor mu?
Bugün, gözümüzün önünde bir soykırım yaşanıyor. Filistin topraklarında çocuklar ölürken, kadınlar ağlarken, yaşlılar yersiz yurtsuz kalırken; dünya sadece seyrediyor. Sözüm ona medeniyetin ve insan haklarının beşiği olan Batı, çıkar hesapları uğruna bu zulme göz yumuyor. Liderler, halklarının vicdan dolu çığlıklarını duymazdan geliyor. Bir çocuğun cansız bedeninin kıyıya vurduğu bir dünyada, "medeni yaşam"dan bahsetmek mümkün mü?
Her gün daha da çok anlıyoruz ki; yaşamak sadece bir nefes meselesi değil. Yaşamak, diğer nefesleri de önemsemektir. Başkalarının yaşam haklarını hiçe sayarak, kanla beslenen bir düzen kurmak "yaşamak" olamaz. Bu olsa olsa, karanlık bir yok oluşun habercisidir. Yeni dünya düzeni diyorlar… Ne acıdır ki bu düzen, insanı değil; sistemi, parayı, gücü yaşatmayı hedefliyor. Oysa sistemin olmadığı yerde insan hayatta kalabilir, ama insanın olmadığı bir yerde hiçbir sistem yaşama şansı bulamaz. İnsanlık yoksa, yaşamanın da bir anlamı kalmaz.
Yaşamak; barış içinde, sevgiyle, adaletle, hakkaniyetle yürüyen bir yolculuktur. Bu yolculukta herkesin yeri, herkesin hakkı vardır. Zulmün olmadığı, çocukların korkmadan uyuduğu, insanların birbirini değil, sevgiyi büyüttüğü bir dünya… İşte yaşamak o dünyayı kurabilmektir. Kendimize sormalıyız: Biz ne uğruna yaşıyoruz? Ve yaşamak dediğimiz şey, gerçekten yaşamak mı? Yoksa sadece hayatta kalmaya çalışmak mı?