Tarihler 28 Şubat 1997’yi gösterdiğinde Çankaya Köşkünde Milli Güvenlik Kurulu toplanmış ve Türk siyasi tarihine geçecek kararlar alınıyordu.
Türk siyasi hayatında maalesef darbeler geleneği vardı. Rahmetli Menderes’in ve arkadaşlarının idamı ile sonuçlanan 1960 darbesi, 1970 ve arkasından 1980 askeri darbesi tarihin yazacağı kara bir leke olarak her zaman karşımıza çıkacaktı.
Halkın oylarıyla iktidara gelmiş olan meşru Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti asker ve yargı başta olmak üzere işlevsiz hale getirilmeye çalışılıyor ve hatta hükümet, devlete tehlike olarak görülüyordu.
Peki, bir devlet milletinin milli ve dini inançlarını nasıl kendine tehdit olarak görebilirdi? Ve halkın %99’u bu dinin mensubu iken!!!
Devletin bazı kolları nasıl olurda kendini devletin sahibi olarak görür?
O dönem gazetelere baktığımızda ordunun yetkili komutanlarından bir tanesi demokrasiye balans ayarı yapıldığını söylüyordu. Bir diğeri 28 Şubat kararlarının bin yıl geçerli olacağından bahsediyordu. Ama on yıl dahi geçerli olamadı!
Çünkü milletin iradesi yegâne güçtü ve hakkı sahibine teslim edecekti.
Tabi ki demokrasinin olgunluğa ermesi için bedellerin ödemesi gerekiyor. Demokrasi olgunluğa erişmiş devletlere baktığımızda hep bedeller ödendiğini görüyoruz. Avrupa’daki Fransız İhtilali, Rönesans ve Reform hareketleri de bunlara örnek gösterilebilir. Bizler bu bedeli en son 15 Temmuz hain FETÖ darbe girişimi ile bir kez daha ödedik.
Demokrasinin tam bir olgunluk ile çalışması için her şeyden önce devletin birbirini denetleyen erkleri olan Yasama, Yürütme ve Yargının birbirinden bağımsız bir şekilde çalışacak sistemi dizayn etmesi gerekmektedir. Askeri vesayetin bir daha olamamak üzere Türk demokrasisinden elini eteğini çekmesi gerekmektedir. Hukuk sisteminin tam bağımsız bir şekilde çalışmasının önü açılırsa o ülkeye bahar gelir. Adaletin tarafsız ve bağımsız olduğu bir ülkede demokrasi başta olmak üzere ekonomiden sosyal refaha kadar birçok gelişim gerçekleşecektir.
Devletin sacayağını oluşturan yasama, yürütme ve yargı sadece kendi ilgi alanları ile ilgili çalışmaları yapıp, yetkisi dışına çıkmadığı zaman demokrasi iklimi kendiliğinden gelişip büyümeye başlayacaktır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte halk artık doğrudan Cumhurbaşkanını seçme yetkisine sahip olmuştur. Cumhurbaşkanı – Başbakan çift başlılığından kurtulmuştur. Ömrü çok kısa olan ve siyasi istikrardan uzak koalisyon hükümetlerini tarihin tozlu sayfalarına gömmüştür.
Önümüzdeki süreçte 12 Eylül askeri darbesi sonrası gelen 1982 Anayasasının değişmesi artık elzem hale gelmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine uyumlu olabilecek bir anayasa ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti ekonomik bağımsızlığını, enerji bağımsızlığını ve savunma sanayi bağımsızlığını yakalamış, sosyal refahı yüksek bir ülke haline gelecektir.