AHMED KUDDUSİ EFENDİ

Ahmet Kuddusi̇ Türbesi̇











 

(Ahmed Kuddusi Hazretlerinin Türbesi) (1769  – 1849)

Ahmed Kuddusi Hazretleri Niğde’nin yetiştirdiği en önemli din âlimlerinin başında yer almaktadır. İslam âlimi olarak saygın bir yere sahip olmasının yanında döneminin önemli bir Divan Edebiyatı temsilcisidir. Şiirleri ve edebi eserleri ile Türk Edebiyatına ismini yazdırmıştır. Mevlana ve Yunus Emre gibi İslamiyet’i edebi eserlerle anlatan bir şair ve yazar olmuştur. Niğde ili Bor ilçesinin bir simgesi ve marka değeri olarak memleketimize kültürel katkı sağlamaktadır.

Kuddûsî’nin babasının adı Seyyid İbrahim Efendi olup, zâhirî ve tasavvufî ilimlerde büyük bir âlimdir. Zira Seyyid İbrahim Efendi hem ilim sahibi hem de kemâl sahibi bir Nakşibendî şeyhidir. Maraş valisinin zulüm ve baskıları neticesinde, civar vilâyet ve kasabalara göç eden pek çok Maraşlı gibi Seyyid İbrahim Efendi de muhtemelen bu göç neticesinde Bor’a gelip yerleşenler arasındadır. Bundan dolayı ailenin lâkâbı “Merâşî Zâde”dir. Şeyh Ahmed Kuddûsî’nin en yakından başlamak üzere dedelerinin isimleri de malum olup, sırasıyla şöyledir: Bekir, Mustafa, Abdüsselâm, Hacı Ali ve Emir Fakih’dir. Şeyh İbrahim Efendi’nin çok sayıda evlâdı olmakla birlikte bunlardan Mehmed, Ahmed Kuddûsî ve Mahmud adlı üç oğlu ile Şerife Emetüllah adlı bir kızının hayatta kaldığı bilinmektedir. Ahmed Kuddûsî’nin ayrı anneden olma kardeşi Hacı Mehmed Efendi de, zâhirî ilimleri babasından telakki etmiş büyük bir âlimdir ve yıllarca Bor müftülüğü yapmıştır. Ahmed Kuddûsî’nin öz annesinin on sekiz çocuğu olmasına karşın sadece Ahmed ve Mahmud hayatta kalabilmiş, gerisi ölmüştür. (Doç.Dr. Mustafa Ünver Borlu Kâdirî Şeyhi Ahmed Kuddûsî (1769- 1849) ve Şiirlerinde Kur’ân-ı Kerîm’e Yaptığı Atıflar).

            Asıl adı Ahmed’dir. Şeyh Ahmed, Kuddûsî Baba ve Maraşîzâde adlarıyla da tanınmaktadır. Kuddûsî Ahmed Efendi, 11 Rebîülevvel 1183’de (15 Temmuz 1769) Niğde’nin Bor ilçesinde doğmuştur. Babası Maraş’tan Niğde’ye göç eden Nakşibendi şeyhi Seyyid İbrahim Efendi’dir. Maraş’ın en eski ailelerinden kabul edilen Tekerekli ailesine mensup olarak bilinmektedirler. Dulkadirli Türkmenistan’dan gelirken hep âlim çıkaran Tekerekli ailesini de getirmiştir. Ahmed Kuddûsî bu aileye dayanmaktadır. III. Mustafa, I. Abdulhamid, III. Selim, IV. Mustafa ve Abdulmecid dönemlerini gören Kuddûsî’nin padişahlardan ikisini veya bazı rivayetlere göre dördünü gördüğü belirtilmektedir. (https://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/kuddusi-ahmed)

            Anadolu velilerinin büyüklerindendir. Adı Ahmed B. Hacı İbrahim'dir. 1183 (m.1769) yılı Rebiu'l-Evvel ayının on birinci gecesi, Niğde'nin Bor ilçesinde dünyaya geldi. Büyük bir veli olan babası Hacı İbrahim Efendi, rüyasında üç ay gördü. Ortadaki ay diğer aylardan daha büyük ve parlaktı. Bu rüyanın yorumunda, kendisinin üç oğlu olacağını ve ortanca oğlunun büyük bir veli ve âlim olacağını anladı. Ahmed Kuddûsî, bu sadık rüyanın meydana geldiğini Divan'ında şöyle anlatır:

Rüyada hem görmüş peder, üç ay semada hoş kamu,

Ortadaki ayda çoğimiş behcet-i nûr-i ziya

Ana demişler: Bil bu ay, oğlun ana rahmindeki,

Halk-ı cihanın ekserin irşada olıser sezâ.

Ona muhabbet eyleyen âşıkları Mevlâ sever,

Bulmaz felah kim ki, ider ise ana buğz-u cefa.

Telkîn-i zikreyle ona, ersin makama küççiken,

Hem eyle telkin ki, hem zikreylesin ol dâima

Vakt-ı sahavette bana Tevhîd-i telkin eyledi,

Der idi: "Kuddûsî! Verdim icazeti ben sana."

(http://www.evliyalarimiz.com/ahmed-kuddusi-efendi-hazretleri)

1786 yılında babası vefat edince Bor’dan ayrılarak Turhal, Erzincan, Kayseri gibi şehirleri dolaştı, buralardaki meşâyihle görüştü. Daha sonra Şam’a ve Mısır’a, oradan Hicaz’a geçti. On yedi yıl Mekke’de ikamet etti. İstediği feyze ermesi için Anadolu’ya dönüp çokça evlenmesi gerektiği şeklinde mânevî bir işaret üzerine Bor’a döndü. 1807 ve 1810 Osmanlı-Rus savaşına katıldı ve Balkan cephesinde bulundu. Bir süre Şumnu’da kalıp tekrar hacca gitti. Dönüşünde Bor’daki zâviyesinde vaktini müridlerine vaaz ve nasihat ederek geçirmeye başladı. Sûfiyâne, dervişâne ve âşıkane şiirleriyle çevresi üzerinde etkili oldu. Kendi ifadesine göre zühd ve takvâya büyük önem verilen Nakşibendiyye tarikatında sülûk ve zikrin müridlerine fazla faydalı olmadığını görerek Kādiriyye’ye intisap etti ve müridlerini bu tarikatın esaslarına göre terbiye etmeye yöneldi. Gençliğinde mecazi bir aşk tecrübesi geçiren, daha sonra yaptığı on altı evlilikten yirmi altı çocuk sahibi olan Kuddûsî, memleketine dönünce çevresindeki bazı kişiler tarafından ağır bir şekilde suçlandı, işkence gördü. On üç yıl zâviyesinden dışarı çıkamadı. (https://islamansiklopedisi.org.tr/kuddusi-ahmed-efendi)

Ahmed Kuddûsî, küçük yaşta babasından ders almaya başladı. Ahrâriyye yolunun edebini babasından öğrendi. Babasının: "Oğlum! Her zaman Yüce Allah'ı zikret. Benim sağlığımda boş şeylerle uğraşmaktan uzak dur." öğüdüne uyarak, onun tarikatı hakkındaki tavsiyelerine harfiyen riayet edip gece gündüz şevkle çalıştı. Kısa zamanda velilik basamaklarında yükseldi. Ahmed Kuddûsî, zamanında medresede okutulan ilimlerin tamamını tahsil etti. 1786 yılında babası Hacı İbrahim Efendi vefat edince, ilahî bir işaret üzerine Turhal'a gitti. Turhal'daki Şeyh Mustafa Efendi Hazretleri'nin sohbetlerinde bulunarak kemale erdi. Oradan bir arkadaşı ile ayrılıp Erzincan'a geldi. Sert geçen kış mevsimi yüzünden Erzincan'da birkaç ay kaldı. Yaz gelince Erzincan'dan ayrılarak, önce Şam'a, oradan da Mısır'a vardı. Daha sonra hac farizasını yerine getirmek için Mekke'ye gitti. Oradaki kutsal makamlarda uzun süre riyazatta kaldı. Medine ve çevresinde de riyazatlarda bulundu. Bu sırada Allah Rasulü manada kendisine: "Anadolu'ya git, orada evlen. Senin için üstün derece ve makamlar, aile kadrosu içinde hâsıl olacaktır." şeklindeki ikaz ve işaret üzerine, bir sonraki yıl tekrar hac ederek Bor ilçesine döndü. Hicaz'da bulunduğu müddetçe, Allah Rasulü (s.a.v.)'nden gördüğü iltifatları uzun bir kasidesinde dile getirmiştir. Ahmed Kuddûsî Hazretleri, 1807-1810 yılları arasında yapılan Osmanlı-Rus savaşlarına katıldı. Daha önceleri yaptığı cihad-ı ekberleri ile bu defa cîhad-ı asgari birleştirdi. Bir süre sonra tekrar Hicaz'a gitti. Mekke ile Medine arasında bulunan dağlarda ve çöllerde uzun yıllar kalarak çile doldurdu. Bu süre zarfında günlük yiyeceği, bir ceylan tarafından verilen sütten başka bir şey değildir. Hicaz günlerini de yine Divan'ında uzun uzun anlatmaktadır. Tekrar Bor'a döndüğünde, birçok din düşmanı onu on üç yıl kadar evinde göz hapsinde tuttular. Ona çileli bir inziva hayatı yaşattılar. Bu müddet içerisinde Cuma namazlarını hep Mekke'de kıldığını neden sonra anladılar. (http://www.evliyalarimiz.com/ahmed-kuddusi-efendi-hazretleri)

Mar‘aşîzâde ve Kuddûsî Baba olarak da tanınan Şeyh Ahmed, Allah’ın kuddûs ismine mazhar olduğu veya bu ismin mazharı olmayı umduğu için şiirlerinde Kuddûsî mahlasını kullandığını söyler. XIX. yüzyılda Anadolu’da yetişen şair mutasavvıfların en önemlilerinden olan Kuddûsî, şiirlerinde yer yer hayatı ve çektiği eziyetlerle bulunduğu yerler hakkında bilgi verir. Pendnâmesinde de hayatı, ailesi, yaşama tarzı ve düşünceleri konusunda açıklamalar yapar. Mevlânâ’dan etkilendiğini söyleyen Kuddûsî, Nakşibendiyye’yi bırakarak daha kolay ve daha hoşgörülü kabul ettiği Kādiriyye tarikatına geçmiş, görüşlerini, duygularını ve coşkularını bu çerçevede daha rahat ifade etme imkânı bulmuştur. “Hem Halvetî hem Celvetî hem Kādirî hem Nakşîyem” diyen Kuddûsî böylece bütün tarikatlara yakın olduğunu belirtmektedir. Kuddûsî müridlerine yüz istiğfar, on salavat, olabildiği kadar çok miktarda kelime-i tevhidi zikir olarak verir, bu görevi yapan herkesi de müridi olarak görürdü. Bor, Niğde, Kayseri ve Aksaray’da müridleri vardı. Kuddûsî’nin yerine oğlu Abdurrahman, onun vefatı üzerine torunu Ali halife olmuştur. Ali Efendi’nin ölümünün ardından bu görevde bir süre vekâleten kalan Hacı İbrahim Girgin (Hacı Emmi) daha sonra görevi Ali Efendi’nin oğlu Ahmed Eren’e devretmiştir. Kuddûsî’nin ağabeyi Mehmed Efendi Bor’da müftülük yapmıştır. Kuddûsî’nin tasavvuf ve ilâhî aşk muhtevalı şiirlerinden oluşan divanının çeşitli baskıları mevcuttur (İstanbul 1289, 1295, 1323, 1328; nşr. Ahmet Doğan, Ankara 2002).

Divandaki şiirler aruz ve hece vezniyle yazılmıştır. En çok ilgi gören şiirleri âşıkane ve zâhidâne olanlardır. Bunlarda öğütler geniş yer tutar, yer yer kendi hayatına da temas eder. Şiirlerin dili sadedir. Divan Mehmet Emin Eminoğlu (Konya 1973) ve Fehmi Kuyumcu (Ankara 1982) tarafından yeni harflerle de yayımlanmıştır. Divanda ayrıca Fehmi Kuyumcu Kuddûsî’nin “Pendnâme-i Hazret-i Kuddûsî” (s. 661-674), “Vasiyetnâme-i Hazret-i Kuddûsî” (s. 675-676) ve “İcâzetnâme-i Hazret-i Kuddûsî” (s. 677-678) adıyla eklediği üç bölümle dört mektup (s. 679-683) yer alır. Kaynaklarda muhtasar Tıbb-ı Nebevî, Nesâyih-i Ahmed Kuddûsî, Hazînetü’l-esrâr ve ganîmetü’l-ebrâr, Medâyih Risâlesi (Osmanlı Müellifleri, I, 150; Kuyumcu, s. 45) isimli birkaç risâlesinden de bahsedilmektedir. (https://islamansiklopedisi.org.tr/kuddusi-ahmed-efendi)

Ahmed Kuddusi Hazretlerinin günümüzde de bilinen en önemli şiirlerinden bir tanesi “Ey rahmeti bol pâdişâh” isimli eseridir. Bu eser bestelenerek ilahi haline getirilmiştir. Birçok ses sanatçısı bu eseri seslendirmiştir. Eserin sözleri aşağıdaki gibidir.

Ey rahmeti bol pâdişâh,
Cürmüm ile geldim sana,
Ben eyledim hadsiz günâh,
Cürmüm ile geldim sana.

Hadden tecâvüz eyledim,
Deryâ-yı zenbi boyladım,
Ma'lûm sana ki neyledim,
Cürmüm ile geldim sana.

Senden utanmayup hemân.
Ettim hatâ gizlü ayân,
Urma yüzüme el-emân,
Cürmüm ile geldim sana.

Aslım çü bi katre menî,
Halk eyledin andan benî,
Aslım denî, fer'îm denî,
Cürmüm ile geldim sana.

Gerçi kesel fısk-ü-fücûr,
Ayb-ı-zelel çok hem kusûr,
Lâkin senin adın Gafûr,
Cürmüm ile geldim sana.

Zenbim ile doldu cihân,
Sana ayân zâhir nihân,
Ey lutfü bî-had Müste'ân,
Cürmüm ile geldim sana.

Adın senin Gaffâr iken,
Ayb örtücü Settâr iken,
Kime gidem sen vâr iken,
Cürmüm ile geldim sana.

Hiç sana kulluk etmedim,
Rah-ı rızâna gitmedim,
Hem buyruğunu tutmadım,
Cürmüm ile geldim sana.

Bin kerre bin ol pâdişâh,
Etsem dahî böyle günâh,
Lâ-taknetû yeter penâh,
Cürmüm ile geldim sana.

İsyânda Kuddûsî şedîd,
Kullukda bir battal pelîd,
Der kesmeyip senden ümîd,
Cürmüm ile geldim sana.

Daha önce anılan meşhur seyahatlerinden sonra, döndüğü memleketi Bor’da kendi yaptırdığı zâviyede bir nevi inziva hayatı yaşamış; 49 her ruh sahibi fânî gibi Şeyh Ahmed Kuddûsî de hicrî 1265 Cumâdelâhir/mîlâdî 1849 Nisan ayında, Bor’daki evinde vefat ederek dâru’l-bekâya irtihal etmiştir. Cenazesi Bor’da, Niğde yolu ile eski Ankara yolunun kesiştiği kavşakta yer alan Sarı Saltık Türbesinin yakınına, Eski Mezar’a defnedilmiştir. Şeyhin 1849’da vefat etmesinden sonra oğullarından Abdurrahmân Rûhî babasının yerine geçmiş ve vefatına kadar irşad vazifesine devam etmiştir. Oğlu Abdurrahmân Rûhî’nin ise cenazesi Aksaray’da Somuncu Baba Türbesi yanındaki kabre defnedilmiştir. Şeyh Abdurrahmân Rûhî’nin farklı eşlerden olma Ali ve İbrahim isimlerindeki iki oğlundan biri olan Ali Efendi, babasının irşad hizmetinde halefi olmuş, 1938’de vefat etmesi üzerine ise altı oğlundan biri olan Ahmed Efendi, mensupların tensip ve tasvipleriyle babasının yerine geçirilmiştir. (Doç.Dr. Mustafa Ünver Borlu Kâdirî Şeyhi Ahmed Kuddûsî (1769- 1849) ve Şiirlerinde Kur’ân-I Kerîm’e Yaptığı Atıflar)