(Ebu Bekir Hazım Tepeyran)
(1864 - 1947)
Osmanlı Devletinin yıkılış döneminde ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş döneminde önemli devlet görevlerinde bulunmuş bir devlet adamı olarak önümüze çıkmıştır. Devlet ve siyaset adamlığının yanı sıra yazmış olduğu kitaplar ile de Türk Edebiyatına damga vurmuş bir isimdir.
Ebu Bekir Hazım Tepeyran 1864 yılında Niğde şehir merkezine bağlı Yenice Mahallesinde Tepeviran olarak adlandırılan bir yerde dünyaya gelmiştir. Soyadı da Tepeviran olarak isimlendirilen yerleşim yerinden gelmektedir. Niğdeli Murat Paşa soyundan geldiği bilinmektedir. Babası Bekir Beyzade Hasan Efendi’dir. Annesi Muhsine Hanım’dır. Evli ve beş çocuğu bulunmaktadır. Oğlu Celal Hazım Tepeyran diplomatlık yapmıştır. Torunu ünlü yazar Oktay Akbal’dır. Dünyaya geldiğinde babası Niğde Tahrirat Müdürü olarak görev yapmaktaydı. Babasının çeşitli illerde görev yapması hasebiyle ilk ve orta öğrenimini Niğde dışında yapmıştır. Liseyi Niğde Rüştiyesinde tamamlayarak mezun olmuştur. Niğde Yenice Mahallesinde bulunan bir ilkokula ismi verilerek aziz hatırasının yaşatılması amaçlanmıştır.
Ebubekir Hazım Bey, 1863 yılında Osmanlı Devleti‘nin Konya Eyaleti‘ne bağlı Niğde Sancağı‘nın Yenice Mahallesinde dünyaya geldi. Babası Niğde‘nin köklü ailelerinden Niğdeli Murat Paşa sülalesinden Bekir Beyzade Hasan Efendi‘dir. Annesi ise Muhsine Hanım‘dır. Hazım Bey‘in büyük dedelerinden Murat Paşa 1661-1662 yıllarında Niğde‘de bir külliye yaptırmıştır. Külliye; cami, türbe, han, hamam ve çeşmeden oluşmaktadır. Murat Paşa 1654 yılında vefat etmiş ve yaptırdığı külliyeye defnedilmiştir. Oğulları ve torunları Ali, Abdurrahman, Ömer ve Osman Paşaların da mezarları onun külliyesinde yer almaktadır. (Demir 2024: 1).
Hazım Bey‘in üç kız kardeşi vardı ve babası Niğde Tahrirat Müdürlüğü‘nde memurdu. O, hatıralarında mahalle mektebine başlamasını anlatırken ailenin tek erkek çocuğu olduğu için anne ve babası tarafından aşırı şımartıldığını ve bu sebeple çok yaramaz olduğunu belirtir. İki erkek kardeşinin çok küçük yaşlarda vefat etmesi, üç kız kardeş arasında tek erkek çocuk olarak kalması ailesinin kendisini şımartmasının sebebidir. Bu durumdan rahatsız olan annesi ve babası onu, disipline edebilmek için beş yaşından önce mahalle mektebine göndermişlerdir. (Demir 2024:1)
Ebu Bekir Hazım Tepeyran’ı ilk keşfeden Konya Valisi Müşir Mehmet Sait Paşa olmuştur. Hazım Tepeyran’a birlikte çalışma teklifinde bulunmuştur. Hazım Tepeyran teklifi kabul ederek Konya’da göreve başlamıştır. Görevdeyken Konya’nın yerel gazetelerinde şiirleri ve yazıları yayımlanmıştır. Konya vilayetinden sonra İzmir ve Edirne vilayetlerinde de görev yapmıştır. Kastamonu’da bir dönem öğretmenlikte yapmıştır. II. Abdülhamit döneminde Jön Türklerden olduğu iddiası ile görevden uzaklaştırılmıştır. Haksız yere iftira atıldığı ortaya çıkınca kısa bir süre sonra Musul Valisi olarak atanmıştır. Böylece valilik hayatı başlamıştır. Musul Valiliğinden sonra sırasıyla; Şura-yı Devlet üyeliği, Manastır Valiliği, Bağdat Valiliği, Basra Valiliği, Sivas Valiliği, Ankara Valiliği, Hicaz Valiliği, Beyrut Valiliği, Halep Valiliği ve Bursa Valiliği görevlerinde bulunmuştur. Kısa bir süre İstanbul Belediye Başkanı olarak da atanmıştır. Bu dönemde en ünlü eserlerinden olan “Küçük Paşa” adlı romanını yazarak yayımlamıştır. Belirli bir dönem Şura-yı Devlet Mülkiye ve Maarif Dairesi Başkanlığı görevini de yürütmüştür.
Bursa Valiliği görevini yürütürken Ali Rıza Paşa Hükümetinin kurulması esnasında kendisine Dâhiliye Nazırlığı (İçişleri Bakanlığı) görevi teklif edilmiştir. Görevi kabul ederek Ali Rıza Paşa Hükümetinde Dâhiliye Nazırlığı yapmıştır. Bu hükümetten sonra kurulan Hulusi Salih Paşa Hükümetinde yine Dâhiliye Nazırlığı görevini sürdürmüştür. Hulusi Salih Paşa Hükümetinde görevini yürütürken Kuva-yı Milliye Hareketini asi olarak kabul etmesi ve ilan etmesi istendiğinde bu talebi reddetti ve Dâhiliye Nazırlığı görevinden istifa etti. Kuva-yı Milliye destekçisi olduğu suçlamasıyla idam cezasına çarptırıldı. Sultan Vahdettin İdam cezasını kürek ve hapis cezasına çevirdi. Yeni kurulan Tevfik Paşa hükümeti sayesinde mahkûmiyeti sona erdi ve özgürlüğüne kavuştu.
Özgürlüğüne kavuşması ile birlikte Anadolu’ya geçmenin ve Millî Mücadele Hareketine katılmanın yollarını aramaya başladı. Gizlice İstanbul’dan ayrılarak Ankara’ya ulaştı. Millî Mücadele hareketi içerisinde çalışmaya başladı. Mustafa Kemal Atatürk’ün başında bulunduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetleri tarafından önce Sivas Valisi olarak atandı, sonrasında ise Trabzon Valisi olarak görev yaptı.
Ebu Bekir Hazım Tepeyran Türkiye Büyük Millet Meclisinin II. Döneminde Milletvekili seçilerek mecliste görev yaptı. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanı için önerge veren milletvekilleri arasında yer alarak Niğde’ye tarihi bir gurur yaşattı. Tekrardan Türkiye Büyük Millet Meclisinde 6. ve 7. Dönem Niğde Milletvekili olarak görev yaptı.
Ebu Bekir Hazım Tepeyran devlet adamlığının Teşkilatı-ı Esasiye Kanunu‘nun düzenlenmesi ve Cumhuriyet meselesi o günlerde kamuoyunda tartışılmıştır. 5 Ekim‘de Mustafa Kemal Paşa başkanlığında istasyon binasında yapılan toplantıya vekiller heyeti ve mebuslardan bazıları katılmıştı. Toplantıda hazırlanan Kanun-ı Esasi Projesi okunmuştu ancak Hazım Bey izinli olması nedeniyle toplantıya katılmayanlar arasındaydı. Toplantıda proje ile herkes kendi fikrini söyledi ve nihayetinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu‘nu düzenleyecek yeni bir tasarı hazırlanmasına karar verildi. Bu sıralarda hükümet üyelerinin tek tek Meclis tarafından seçilme yöntemi bunalıma yol açmış Fethi Bey, 23 Ekim‘de istifa etmiş ve yeni hükümet de kurulamamıştı. Bunun üzerine Halk Fırkası Yönetim Kurulu Mustafa Kemal Paşa‘dan krizi çözmesini istedi, bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Meclis‘te meselenin ancak anayasadaki bazı maddelerin değiştirilmesiyle mümkün olduğunu söylediği bir konuşma yaptı. Tasarı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu‘nun 1.,2.,4.,10.,11. ve 12. maddelerinde değişiklik öngörmüştür.
Tasarının ayrıntıları Meclis‘te okunduktan sonra mebuslar arasında tartışmalar çıktı. Bu tartışmalarda söz alan Hazım Bey, teklif edilen değişikliğe yetkimiz var mıdır diye söze başlamıştır. Devamında bence yoktur demiştir ve bunun için bir kurucu meclis lazımdır diye eklemiştir. Ayrıca yetki varsa bile bunun partide olmayacağını, partide görüşüldükten sonra oturumda kimsenin söz söyleyemediğini, milletin varlığı ile ilgili yasaların açık oturumda serbestçe görüşülmesi ve her şeyden önce hükümet bunalımının giderilmesi gerektiğini belirtmiştir. Hazım Bey‘e cevap veren Yunus Nadi Bey, TBMM‘nin anayasa yapmaya yetkili olduğunu, Başkan Paşa‘dan hükümet bunalımı için yol göstermesini kendilerinin istediğini ve onun da bu öneriyi sunduğunu, önerilen biçimin eskiden beri var olduğunu ve bunu açıklayıp daha belirgin hale getireceklerini söylemişti. Bundan sonra değiştirilmesi istenilen maddeler tek tek tartışıldı.
Hazım Bey, Meclis Başkanlığına verdiği teklifte 11. maddenin daha sonra müzakere edilmek ve incelenmek üzere şimdilik ertelenmesini istedi ancak bu önerisi kabul edilmedi. Hazım Bey, dünyadaki cumhuriyetlerde böyle bir usul olmadığı ve Cumhurbaşkanının hem yasama hem de yürütmeye başkanlık edemeyeceğini düşünmüştür. Kendisi bu konuda yalnız olmadığını Mustafa Kemal Paşa‘nın “Kabul edenler ellerini kaldırsın” demesi üzerine kendisiyle beraber on mebusun da ellerini kaldırmadığını, hatta buna onay vermeyenler arasında Fethi Bey‘in de bulunduğunu ifade etmiştir. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa‘nın “İyi anlaşılmadı” diyerek tekrar sorması üzerine kendisi ve diğerlerinin kabul etmediklerini beyan ettiklerini belirtmiştir. Ayrıca Hazım Bey, Cumhurbaşkanına bu yetkiyi vermeyi kabul eden ve bunun bütün dünyada garip karşılanacağını çok iyi bildiklerini düşündüğü Ağaoğlu Ahmet Bey ve Yusuf Kemal Bey‘i eleştirmiştir. Buna ek olarak bu haklı ve iyi niyetli karşı çıkışının Mustafa Kemal Paşa‘nın kendisine gücenmesine bir başlangıç olduğunu ifade etmiştir. Hazım Bey‘in muhalefeti, bütün maddelerin önce tek tek sonra da bir bütün olarak kabul edilmesine engel teşkil etmedi. Netice itibariyle alkış sesleri arasında TBMM‘de 29 Ekim 1923‘te saat 20.30’da Cumhuriyet ilan edildi ve Mustafa Kemal Paşa da Cumhurbaşkanı seçildi (Demir 2024:151,152).
İstiklal Savaşı‘nın sonunda saltanat ve halifelik makamı ayrılmış ve 1 Kasım 1922‘de saltanat kaldırılmıştı. 18 Kasım 1922‘de Meclis tarafından Abdülmecid Efendi halife seçilmişti. Halife Abdülmecid Efendi bazı halifelik yandaşı hareketlerden de güç alarak kendisine hükümet tarafından verilen yetkinin dışına çıkmıştır ve yabancı devlet temsilciliklerine görevliler göndererek ilişki kurmaya çalışmıştır. Buna ek olarak Mecliste de halifelik lehinde bazı hareketler ortaya çıkmıştı. 5 Aralık 1923‘te Emir Ali ve Ağa Han‘ın Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa‘ya halifeliğin korunması ile ilgili mektuplarının onlara ulaşmadan İstanbul gazetelerinde yayınlanması gergin ortamı daha da arttırmıştı. Mustafa Kemal Paşa, Ocak 1924’te İzmir’e gitmişti. Orada iken Başvekil İsmet Paşa, Millî Savunma Bakanı Kazım Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ile görüşerek halifeliğin kaldırılması fikrinde birleştiler. Urfa Mebusu Şeyh Saffet ve kırk bir mebusun verdiği önergeyle, on üç maddelik yasa tasarısı kabul edildi ve 3 Mart 1924‘te halifelik kaldırıldı.
Hazım Bey tartışmalar sırasında ikinci maddenin düzeltilerek halifenin, Osmanlı Hanedanının bütün erkek üyelerinin Türkiye Cumhuriyeti‘nde yaşamak hakkından sonsuza kadar mahrum kalma durumunun değiştirilmesini talep etmişti. Ona göre birinci madde kabul edilmekle asıl amaç gerçekleştirilmişti. Kadınlar ve damatlar hak iddia etmeyeceklerini kabul etmişler, bununla beraber suç da işlememişlerdi. Dolayısıyla vatandaşlık haklarından mahrum kalacakları bir neden yoktu. Ayrıca bu damatlar arasında ülkeye yararlı adamlar da vardı. Plevne kahramanı Osman Paşa’nın oğlu ve Arif Hikmet Paşa bunlardandı ancak ikinci maddenin değiştirilmesi ile ilgili teklifi reddedildi. Falih Rıfkı Bey, Hazım Bey‘in Damat Arif Hikmet Paşa’nın Padişah Vahdettin‘e idamdan kurtulması meselesi üzerinde durarak “Hazım Bey sonra İkinci Meclise mebus geldi. Cumhuriyetin ilanı kanunu konuşulduğu sırada, kürsüye çıktı, memleketten gönderilecek hanedan azalarından, damatların çıkarılmaması için birkaç söz söyledi: -Vay hanedancı… Vay mürteci… Sesleri arasında nutkunu tamamlayamadı. Nasıl bir borç ödemek istediğini yalnız ben bilirim.” demiştir. Neticede kanun kapsamında kadınların ve damatların da vatandaşlıktan çıkarılması kesinleşmişti.
Hilafetin kaldırılması için yapılan kanunda Hazım Bey bazı değişiklikler teklif etmiş ancak bu teklif kabul edilmemişti. Bu konuda 27 Aralık‘ta Mecliste yeni bir teklifte bulunarak Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çıkarılan Osmanlı Hanedanı‘nın sahip olduğu gayrimenkullerin satışı hakkındaki kanunun yedinci maddesinin düzeltilmesini talep etmişti. Bu teklif kendisinin de reisi olduğu Layiha Encümenine havale edilmişti. Konu 5 Ocak 1925‘te yeniden gündeme alındı. Hazım Bey yaptığı konuşmada Layiha Encümeninin teklifini neden reddettiğini anlayamadığını söylemiştir. Ona göre teklifinde hukuka ve kanunlara aykırı bir şey yoktur. Satılacak gayrimenkul malların içinde damatların kişisel Emlakları da vardı ve bu emlâk babalarından kalmıştı. Hâlbuki bu damatlardan bir kısmının eşleri uzun zaman önce vefat etmiş ve hatta çocukları da yoktu. Kanuna göre hanedana mensup bir kadın ve ona bağlı olarak kocası de gidecekti. Kadın ölmüş olursa, o adam başkasıyla evlenmiş ise yine gönderilmekteydi ve şimdi malı da satılmıştır. Hazım Bey, 10-20-30-40 yıl önce bir kadınla evlenmenin nasıl bir suç sayılabileceğini sorarak, bu bir suçsa bile aradan bu kadar zaman geçtiğini ve genel aflar çıkarıldığını, bundan da yararlanamazlarsa zaman aşımının var olduğunu belirtmiştir (Demir 2024:154,155).
Hazım Tepeyran devlet ve siyaset adamlığının yanında edebiyat dünyasında da saygınlık ve itibar görmüş bir edebiyat insanıdır. Fevkalade düzeyde yazar ve şairdir. Birçok kitabı edebiyatımıza kazandırmıştır.
Eserleri şunlardır: “Ebubekir Hâzım Tepeyran-Hatıraları”, “Zalimane Bir İdam Hükmü”, “Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları”, “Eski Şeyler”, “Küçük Paşa”, “Les Fleurs Dégénérés”, “Kar Çiçekleri”, “İdarî-İctimaî Sanihat”. (https://tr.wikipedia.org/wiki/ n)
83 yaşındayken 1947 yılında İstanbul’da vefat etti. Kabri Erenköy’de bulunan aile mezarlığında bulunmaktadır.
(6 Haziran 1947, Cumhuriyet Gazetesi)
(Ebu Bekir Hazım Tepeyran’ın kabri)