Dünyanın bazı yerlerinde insanlar, kadın, çocuk ve yaşlı demeden en acımasız silahlarla ve en acımasız yöntemlerle hayattan koparılırken başka konularla ilgili yazmak, doğrusunu söylemek gerekirse içimden gelmiyor. Ama bu konularla ilgili yazmakta maalesef bir şeyi değiştirmiyor. Evet, Bosna Hersek’te, Doğu Türkistan’da, Azerbaycan’da, Filistin’de ve daha başka yerlerde farklı zamanlarda nice katliamlar oldu. Bu katliamlar üzerine nice yazılar yazıldı, nice mitingler düzenlendi ve konuşmalar yapıldı. Ama değişen bir şey olmadı. Katliamlar ve zulümler artarak devam edip gidiyor. Bundan böyle, artık somut adımlar atmaktan ve meseleleri anında çözecek kuruluşlar oluşturmaktan başka bir çözüm yolu gözükmüyor. Ya, Pakistan, Türkiye, Malezya, İran, Mısır gibi halkının çoğu Müslüman olan devletlerin öncülüğünde oluşturulan alternatif bir Barış Gücü… Ya da Müslüman ülkeler arasında yapılacak bir Savunma anlaşmasının hayata geçirilmesi…
İslam dünyasının sorunları üzerine kafa yoran ve çözüm yolunu da gösteren yazar ve şairlerimizden Sezai Karakoç’un eserlerinde konuyla ilgili birçok yazısı vardır. Özellikle 1990’lı yıllarda, Diriliş dergilerinde yayınlanan “İslam Ülkelerinin Başında Bulunanlara Çağrı” ve “Filistin’in Kara Yazısı” başlıklı yazılarının okunmasını tavsiye ederim.
Geçtiğimiz yaz, Niğde’nin bazı köylerini, yaylalarını ve dağlarını dolaşma imkânımız oldu. Geçirdiğim birkaç gece ve gündüzde, yaşadığım duyguları ve mutluluğu anlatamam. Sanki gündüzü daha bir gündüz, geceyi, daha bir gece gibi yaşadım ve hissettim. Güneş, ay ve yıldızlar, adeta gözüme farklı gözüktü. Rakımı yüksek tepelerden, esen rüzgârın eşliğinde uzaklara baktım ve hayallere daldım…
Gezdiğim yerlerde ve karşılaştığım insanlarda, tevazu ve samimiyeti, yine, çağın mütefekkirinin ifadesiyle adeta Anadolu tebessümünü gördüm. Bu topraklara gereken ilginin gösterilmediğini ve yeterince değerlendirilmediğini de üzülerek gözlemledim.
Çocukluğumda (1970’li yıllar) yaşadığım ve hiç unutamadığım bir hatıramı bu vesileyle anlatmak istiyorum. Otoban ve çeşitli yolların henüz yapılmadığı Çeleme yöresinden epey uzaktaki bir dağda bulunan yaylamıza bir yakınımla gidiyorduk. Adım başında bir keklik yuvasına rastlıyorduk. Öyle ki elimdeki bohça olarak da adlandırılan bez, şu anda sayısını hatırlamadığım miktarda keklik yumurtasıyla dolmuştu. Şimdi düşünüyorum da, keşke o yumurtaların hiç birine dokunmasaydım diyorum. Biraz ileride bir tavşan yolumuzun önünden hızla koşuyor. Yakalamak ne mümkün. Fazla uzak olmayan bir mesafede bir tilki iki de bir arkasına dönüp bakarak yürüyor. Şimdilik kaçmıyor. Ama biz, onu yakalamak için hareket etsek o da hızlıca kaçıp gidecek.
Geçtiğimiz yaz, yukarıda anlattığım Çeleme yöresinde de gezindik ama bu hayvanların hiçbiriyle karşılaşmadık. Peki, bu canlılar nereye gitti? Masallarda adı geçen Kaf dağının arkasına mı gitti? Demek istediğim, yaşadığımız çevrenin ve doğanın kıymetini bilemedik. Bilinçsiz ve acımasızca yapılan avcılık ve kullanılan tarım ilaçlarıyla bu toprakları yaşanamaz hale getirdik.
Devlet ve millet olarak artık bu konulara da gereken önemi vermeliyiz ve köylerden şehirlere yapılan yoğun göçleri de azaltmanın yollarını arayıp bulmalıyız. İnanıyorum ki, insanımızı bilinçlendirecek ve kültür seviyesini yükseltecek çeşitli çalışmalar yaparak tekrar bu toprakları ihya edebiliriz ve her türlü canlının yaşamasına da imkân sağlayabiliriz.
Anadolu topraklarının ve Anadolu insanının değerini bilelim ve gelecek nesillere güzel bir çevre bırakalım.