Dünyada en önemli mesele ne ekonomidir, ne siyasettir, ne savaşlardır. En önemli mesele imandır. İman asıldır, köktür, menbadır. Ziraatin ve bağ-bahçe kültürünün bilindiği bir yerde yaşıyoruz. Bir bitkinin veya ağacın nasıl kaliteli olacağını, nasıl yetiştirilip verim alınacağını iyi biliriz. Mesela son dönemlerde uzun ömürlü elma vb. bir ağacımız olsun istiyorsak yapısı en sağlam olan fidelere aşı yapıyoruz. Neden? Çünkü kök, ana gövde, temel ne kadar sağlamsa, güçlüyse, kaliteliyse bu kök veya gövde üzerinde yükselecek şey de o kadar sağlam, güçlü ve kaliteli olacaktır. Bu durumu Buhari’de geçen şu rivayetle müşahhaslaştıralım: “Allah Resûlü bir gün on kişilik bir toplulukla beraber oturuyordu. Bu sırada kendisine hurma özü ikram edildi. Resûl-i Ekrem hurma özünün tadına baktıktan sonra etrafındaki topluluğa şöyle buyurdu:
أَخْبِرُونِى بِشَجَرَةٍ مَثَلُهَا مَثَلُ الْمُسْلِمِ ،
“Bana öyle bir ağaç söyleyin ki o ağaç Müslüman’a benzer,
تُؤْتِى أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا ،
Rabbinin izni ile her zaman meyve verir.
وَلاَ تَحُتُّ وَرَقَهَا
ve yaprakları da hiçbir zaman dökülmez.”
Bunun üzerine orada bulunanlar çölde yetişen ağaçları saymaya başladılar. Ancak kimse Allah Resûlü’nün mümine benzettiği ağacı doğru tahmin edemedi. Bu arada orada bulunan genç Abdullah’ın içinden, “Bu, hurma ağacıdır.” demek geçti. Fakat söylemeye utandı ve sustu. Çünkü oradaki on kişinin en küçüğüydü. Üstelik hemen yanı başında babası Hz. Ömer ile Hz. Ebû Bekir vardı ve onlar da bu konuda bir şey söylememişlerdi. Abdullah onların bulunduğu ve konuşmadığı mecliste konuşmayı uygun bulmadı. Bu arada topluluktaki diğer insanlar doğru cevabı bulamayınca, Allah Resûlü’nden sorunun cevabını söylemesini istediler. Bunun üzerine Resûlullah (sav),
هِىَ النَّخْلَةُ “Bu, hurma ağacıdır.” buyurdu.”
Hadiste verilmek istenen mesaj şudur: Mümin kökleri yere sağlamca tutunmuş, herhangi bir rüzgar sarssa da yıkamayan, kökünden aldığı güçle her zaman meyve veren ve faydalı olan bir ağaç gibidir.
Müslim’in Sahihinde geçen rivayete göre Hz. Süheyb Hz. Peygamber’in şöyle söylediğini işitmiştir: عَجَبًا لِأَمْرِ الْمُؤْمِنِ، إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ، وَلَيْسَ ذَاكَ لِأَحَدٍ إِلَّا لِلْمُؤْمِنِ، إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ، فَكَانَ خَيْرًا لَهُ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ، فَكَانَ خَيْرًا لَهُ
“Müminin hayranlık verici bir hali vardır ki, onun her işi hayırdır. Bu hal, Müminden başka hiç kimsede bulunmaz. Eğer bir genişliğe (nimete) kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa (musibete) uğrarsa sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.”
Hac suresi 11-13. ayetleri arasında olumsuz bir kişilik tipi şöyle anlatılır:
“Yine insanlar içinde kimileri vardır ki, Allah’a şartlı olarak kulluk eder; öyle ki kendisine bir iyilik denk gelirse bundan pek memnun olur, ama başına bir imtihan sıkıntısı gelse hemen yüz çevirir. Böyleleri dünyasını da âhiretini de yitirmiştir ve apaçık hüsran işte budur. Allah’ı bırakıp kendisine ne zarar ne de yarar sağlayabilen şeylere yalvarıp yakarır. Sapkınlığın en uç noktası da işte budur. (Bir de) o, zararı yararından daha yakın olan varlıklara yalvarıp yakarır. O ne kötü bir dost ve ne kötü bir arkadaştır!”
Yani mümin bir musibete, sıkıntıya, darlığa muhatap olsa da, dalgaların kıyıyı dövdüğü gibi zor durumlara maruz kalsa da sağlam imanının gereği olarak Hz. Eyyub gibi sabreder ve hayır meyvesini elde eder. Fakat Allah nimetlerle de kişiyi imtihan edebilir. Böyle bir durumla karşılaştığında da yine güçlü imanının gereği olarak şımararak ve başkalarına zulmederek değil Hz. Süleyman gibi“Bunlar Rabbimin bir lütfudur.”diyerek şükreder ve yine imanın meyvesini devşirir. Kulluğumuz imanımızın gereğidir, yoksa Allah’ın bir iyilik, genişlik vermesine göre değildir. Kısaca imanın gücü, kalitesi, mükemmelliği imtihanlarla tam olarak ortaya çıkar.
İman ağacının en güzide meyvelerinden birisi şüphesiz güzel işler (Salih ameller)dir. Zira iman kuru, basit bir sözden ibaret değildir. O, kalpte kök salmış, bedene yayılmış ve fiiliyata dökülmüş müthiş bir güçtür. Müminde görülen bütün güzel işler imanının göstergesidir. Nahl suresi 97. ayette Rabbimiz şöyle der:
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ““Erkek ya da kadın, kim mümin olarak salih amel işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yaptıklarına karşılık olarak en güzeliyle vereceğiz.” Demek ki iman ile birlikte yapılan güzel işlerin bir faydası olacaktır. İbadetlerle ispat edilmemiş bir iman varlığı kanıtlanmamış bir iddia olarak kalır. Müminun suresinin ilk 11 ayeti bu ispatın nelerle yapılacağını madde madde verir.
Bir kabın içerisinde yer alan çok güzel kokulu bir maddenin rayihası bir şekilde mutlaka dışarı sızar. İman gibi bir güzellik de mutlaka dışarı vurur, yansımaları görülür. Güzel ahlak böyledir. Bir insanın imanı ne kadar iyi ve güzelse ahlakı da o kadar iyi ve güzel, davranışları o kadar kalitelidir. Hz. Peygamber’in Müslüman ve mümin tarifi de tam bu durumla ilgilidir: “Müslüman, insanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mümin de insanların canları ve malları konusunda kendisine karşı emniyet hissettikleri kişidir.” Dolayısıyla bir kişinin imani ve İslami durumu iyi bir konumda olursa böyle bir kişi kimseye zarar vermeyen ve kendisine güvenilen bir kişi olabilir. İman varsa doğruluk, güven ve huzur vardır.
Ayrıca işlediğimiz bütün günahların iman kalemize birer gedik açtığını unutmayalım. Günahlar imanı zayıflatır, kemalini engeller. Peygamberimizin şu sözüne dikkat edelim: “Zina eden kişi zina ederken mümin olarak zina etmez. Hırsız, çalarken mümin olarak çalmaz. Sarhoş, içerken mümin olarak içmez.”Yani bir kişi hakiki, kamil imana sahip ise bu vb. büyük günahları yapmaz. Hadisi şöyle de anlayabiliriz: İçki içmek, hırsızlık yapmak, zina etmek gibi günahlar kişinin imanına zarar verir.
(Dr. Yavuz Tuğberk)