“Dünyada her şeyin kökü var
Kökü var torpağın, daşın da
Adamsa, kökünü gezdirir başında”
Bir milletin kökü dili, dini, tarihi ve bu üç değerle yoğrulan milli kültürüdür. Bunların da her biri, birer derya olan alanlardır. Maalesef dünyada örneği bulunmayan bir şekilde tarihine ve değerlerine yabancı, hatta düşman nesiller yetiştirmişiz. Bu konuda adını “milli eğitim” koyduğumuz sistemin ve uygulamaların vebali çok büyüktür. Bu büyük hatanın düzeltilebilmesi için de büyük telafi ve ihya çalışmalarının yapılmasına ihtiyaç vardır.
Haftada iki saat tarih dersiyle Türk ve dünya tarihini, yine iki saat Din Kültürü dersiyle dini müktesebatınızı ve değerlerinizi yeni nesillerimize nasıl anlatabiliriz. Bizim kanaatimize göre bizi biz yapan Tarih ve Din Kültürü dersleri de Türk Dili ve Edebiyatı dersi gibi, her güne bir saat düşecek şekilde, haftada beş saatten az olmamalıdır. Evlatlarımız her gün şanlı tarihimize gitmeli, ecdadını bilmeli, dostunu düşmanını tanımalı ve bizi biz yapan manevi iklimin havasını solumalıdır. Tarih ve edebiyat derslerinin içeriğini azaltarak çocuklarınıza ne milli ve manevi değerlerimizi aktarabiliriz, ne de köklerimizden güç alarak geleceğe kanat çırpabiliriz. Köklerimizle buluşup geleceğe kanatlanabilmek için mevcut derslerin muhtevalarının sadeleştirilmesi ya da niteliklerinin artırılması kafi değildir. Bunun yanında, değerler eğitiminin dayanağı olan derslerin saatlerinin ve içeriklerinin artırılması gerekmektedir.
Her şeyin ihtisaslaştığı bir çağda her şeyi öğretme iddiasıyla nesillere hiçbir şey öğretilmemesi gerçeği artık sorgulanmalıdır. Bir şeyi öğrenen, her şeyi öğrenir; her şeyi öğrenmeye çalışan hiçbir şeyi öğrenemez. Bizde yoğun olan derslerin içeriği değil, derslerin sayılarıdır. Bir öğrenci on altı, on yedi, hatta yirmi dersin hangi birini, ne oranda öğrenebilir? En büyük sorun ise, yıllarca verilen emeklerin sonunda gençlerimizin işsizlik gibi büyük bir hüsrana uğramalarıdır. Bu durum eğitimin inandırıcılığını ve öğrencinin bütün motivasyonunu yok etmektedir. Bir öğretmen bu ders ne işimize yarayacak diye soran öğrenciyi ikna edemiyorsa eğitim programının netice vermesi, ya da ben yıllarca bunun için mi okudum” diyen bir gencinin hayal kırıklığının telafisi mümkün mü? Acaba eğitim programlarını hazırlarken işsiz yüz binlerce üniversite mezunu gençlerin de fikirlerini almak aklımıza geldi mi? Türkiye’de bu güne kadar ilk, orta ve yüksek öğrenimin sonuçları ile ilgili bir araştırma, çalışma ya da değerlendirme yapmak bakanlığın veya herhangi bir üniversitenin, bölümün aklına geldi mi?
Devlet sonunda iş garantisi veremiyorsa insanın kişisel ve mesleki gelişimine hiçbir faydası olmayan bunca zorunlu eğitimi ve zorunlu dersleri dayatmamalıdır. Bu durum insan hak ve özgürlüklerine de aykırıdır. Acı olan ise özel okulların da aynı dayatmayla karşı karşıya olmasıdır. Özel okulların neyi özel, bir bilen var mıdır? Özel okulun bir özelliği olması gerekmez mi? Bugün ortaöğretimde hiçbir öğrenci YKS’de sorulmayan hiçbir derse katılmak istemiyor. Bu konuda maalesef ki not dışında hiçbir ikna edici argümanımız bulunmuyor. En iyi okullarımız olan Fen liselerinde bile, daha 9. Sınıftan itibaren öğrenciler sözel derslere kendini tamamen kapatmaktadır. İmam hatip okullarında bile meslek dersleri yerine LGS, ya da YKS hazırlık çalışmaları yapılmaktadır.  Bütün okullarımızda 12. Sınıf derslerinin çoğu fiiliyatta yok hükmündedir. 12. Sınıfta Açık Öğretim Lisesi’ne geçişleri yasaklamak yerine, geçişlerin nedenlerini araştırıp tedbir almak gerekmektedir.
Şüphesiz ki maarif insanlık için en önemli ve hayati bir meseledir. Eğitim hem insanca yaşama, hem de dünya ve ahret saadeti için olmazsa olmaz bir gerçekliktir. Bütün peygamberler insanları eğitmek için gönderilmiştir. Bütün yasaların ve normların temelini hala yüce peygamberlerin bildirileri teşkil etmektedir. Onların ışıkları olmasa, dünya ne kadar karanlık, ne kadar yaşanmaz olurdu. Tarih boyunca devletlerin en çok önem verdikleri konuların başında eğitim gelir. Zira milletleri ve devletleri ayakta tutan milli ve ortak değerler üzerinde yükselen ve çağın gelişmelerine ayak uydurabilen bir eğitim sistemidir. Ortak değerler üzerinde yükselmeyen bir eğitim sistemi ise milletleri felakete sürükleyen, adeta ber-heva eden, bir dinamit gibidir. Bu nedenle insanı, cemiyeti ve devleti yaşatmak için eğitim ve öğretimin hedefleri ayrı ayrı belirlenmeli ve planlanmalıdır. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeliyle belirlenen, “Ahlaklı, Bilge, Cesaretli, Estetik, İradeli, Merhametli, Sağlıklı, Sorgulayıcı, Üretken ve Vatansever nesiller yetiştirme hedeflerinin standart planlamalarının yapılması ve sahada sağlıklı uygulanabilmesi için başta öğretmenlerin hizmet içi seminerlere alınması, motive edilmesi, inandırılması ve saha şartlarının iyileştirilmesi, gerekli öğretim materyallerinin hazırlanması büyük önem arz etmektedir.
Türkiye yüzyılı maarif modeli gerçekten büyük bir iddia, gayret ve emekle hazırlanmış ve süreç içinde sürekli gelişmeye açık bir şekilde tasarlanmıştır. Zaten bütün programlar geliştirilmek üzere tesis edilir. Gelişmeyen her şey ademe(yokluğa) mahkumdur. Ancak eğitimde içerik kadar, hatta içerikten de önemli olan husus yetişmiş ve adanmış öğretmen hususudur. Hiçbir eğitim sistemi öğretmen kalitesinin üstüne çıkamaz. Türkiye Yüzyılı yalnızca eğitim programlarıyla tesis edilemez. Başta öğretmen yetiştirme sistemi olmak üzere eğitimde büyük bir değişim ve dönüşüme ihtiyaç vardır. İnşallah gelecek yazımızda konuyla ilgili görüş ve önerilerimizi yazmaya çalışacağız.
(İdris İSPİROĞLU)