“Dünya malı ne kadar toplansa tükenir. Yok olur.
Söz yazılırsa kalır, Acunu dolaşır.”
“Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır” Hep yeraltı zenginliklerini konuşuruz. Gözümüzün önünde duran yerüstü zenginliklerimizi çok zaman ihmal ederiz. Ama bizi yaşatacak olana asıl ve asil zenginliğimiz yerin üstündeki gerçek değerlerimizdir.
Yazıp yazmama konusunda çok kararsız kaldım. Lakin yazmasam tarifsiz bir azap çekecektim. Türkiye 6 Şubat Pazartesi sabahı tarihte eşi görülmemiş bir deprem felaketiyle uyandı. Felaket bölgesiyle beraber tüm milletimizin yüreği de yerinden oynadı. İçimize adeta ateş düştü. O andan itibaren devlet millet el ele depremzedelerin yaralarını sarmak için destansı bir mücadele başladı. Milletimiz tıpkı Çanakkale’de, İstiklal Harbi’ndeki gibi, yediden yetmişe, seferber olmuş vaziyette. İnsanlar bir yardım yapabilmek için çırpınmakta, adeta yalvarmakta. Nakliye için rica ettiğimiz Selami abi hepimizden çok maddi destek vermekte, oğlu Abdullah ile birlikte herkesten çok çalışmakta. Markette telefonda yardım kampanyasını istişare ettiğimiz Ayşe öğretmene hiç tanımadığı teyze cebindeki bütün parasını zorla vermekte…
Beni bu yazıyı yazmaya mecbur eden olayın asıl kahramanı ise 15 yaşındaki kara gözlü bir delikanlı. Tıpkı Çanakkale’de destan yazan on beşliler gibi. 215 okka mermiyi sırtlayan Seyit Onbaşı, ona omuz veren Niğdeli Ali gibi sırtında koca çuvalı, göğsünde dünyaya hayat verecek kadar koca yüreği olan on beşinde bir genç. Z kuşağı olarak kodlanmaya çalışılan bugünkü neslin, 29 harfe sığmayacak kadar derin ve özel olduğu fikrimi pekiştiren bu asil gençle yolumuz yardım deposunda kesişti. Niğde İl Milli Eğitim Müdürlüğü’müzün yürüttüğü yardım kampanyası kapsamında battaniye ve gıda yardımı çalışmaları için okulumuz öğretmenlerinin yardımlarını teslim etmek üzere toplama merkezi olan Cumhuriyet Anadolu Lisesi'nde tesadüfen karşılaştık Samet’le.
Yardım için topladığımız battaniyeleri teslim etmiş, çıkmak üzereyken omzunda kocaman bir çuvalla bir genç içeri girdi. -Hocam, bunu depremzedelere göndereceğim, tır ne zaman gelecek, diye sordu. Okul Müdürü Ali Koç bey, gıda yardımlarının Kanuni Ortaokulu'nda toplandığını söyleyince, -o zaman ben oraya götüreyim, dedi. Ali bey:” Sen acele etme, ben şimdi bir araç bulur seni gönderirim.” dedi. İsmini sordum. Samet dedi. Çamardılı imiş. 15 Temmuz Şehitleri Spor Lisesi 10. Sınıf öğrencisiymiş. Sırtındaki bir çuval kuru fasulyeyi indirmeden hocam, tır gelince bana haber verir misiniz, yüklemede yardım etmek istiyorum dedi. Hem başka arkadaşlarım da var, onları da çağırırım.
Ali hoca telefon numarasını istedi Samet'ten. Benim telefonum yok dedi kara gözlü delikanlı. Öyle asil bir bakışı, yüzüne vuran öyle temiz yüreği vardı ki, tüm afetzedeleri sarmaya, ısıtmaya gidiyor sanırsınız. Ali hoca, -telefonun yoksa sana nasıl ulaşacağız, diye sordu. Bir an düşündü, - Dedemin telefonunu vereyim, sonra da, -eviniz yakında hocam, balkondan bakarım ben; araç gelince gelirim, dedi.
Samet'i çuvalıyla birlikte Kanuni Ortaokulu'na götürdük. Yardım etmek istedik, kabul etmedi. -Siz zahmet etmeyin, ben taşırım hocam, dedi. Çuvalı omuzlayıp görevlilere teslim etti. Yolda bir sürü öğüt verdim Samet'e çok biliyormuş gibi. Öğretmenlik hastalığı bizimkisi. Ders vermeye programlanmışız ders almasını bilmeden. Halbuki asıl hayat dersini Samet veriyordu bu sefer bize sessizce. Kim bilir derununda daha neler vardı, ne cevherler saklıydı.
Samet’le beraber ev ev gezip Battaniye topladık. Beraber teslim ettik toplama merkezine. Ayrılırken bir müddet arabanın içinden takip ettim. Görevlilere yardım ediyordu. Kim bilir, belki de dünya genç Sametlerin yüzü suyu hürmetine ayakta duruyor diye düşünmekten kendimi alamadım.
Böyle mübarek annelere, böyle temiz evlatlara sahip oldukça, bu asil milletin sırtını hiçbir felaket yere getiremez. Ey Türk! Senin ilin de, tören de ebediyen var olacaktır. Sen, şu yuvarlak dünya üzerinde çırpınan masumların yegane ümidisin. Var ol.